Pardus... Özgürlük İçin...
Avrupa'da derin kriz: Türkiye ne yapmalı? Prof.Dr.Bener KARAKARTAL
Avşaroğlu Tarafından 18.02.2011 Tarihinde Eklendi

Prof. Dr. Bener Karakartal soruyor: Yunanistan'dan sonra İrlanda'da derin ekonomik krizde. İspanya, Portekiz krizin eşiğinde. İtalya ve Fransa'da da durum iyi gözükmüyor. Türkiye Avrupa'nın derin krizinden etkilenir mi? Türkiye ne yapmalı?

Avrupa'da büyük kriz. Euro'nun, Avrupa Birliği'nin sonu geldi diyen karamsarlar var.

Türkiye'de ise birkaç yıl önce her üç Türk'ten ikisi AB üyeliğine taraftı. Bu oran bugünlerde yarı yarıya azaldı. Şimdi her üç Türk'ten sadece biri AB'ye sıcak bakıyor. Türkiye'deki bazı çevreler açık açık AB üyeliğine karşı çıkıyor. Kriz halindeki bir Avrupa'nın çekim gücü hızla zayıflıyor.

Türkiye AB'ye girmeli mi? Türkiye Avrupa'daki krizden etkilenecek mi? Türkiye ne yap malı?

Bu sorulara cevap hangi vizyon penceresinden duruma baktığınıza bağlı. Şunu kabul etmek gerekir ki Türkiye'de AB konusunda yorumda bulunanların birçoğunun Avrupa tarihi ve Avrupa-Türkler ilişkileri konusunda doğru bilgileri yok. Doğru bilgi üzerine kurulmayan yorumlarında bilimsel hiçbir değeri yok.

TARİH BOYUNCA AVRUPA-TÜRKLER İLİŞKİSİ: BİRİ GÜÇLENİRKEN ÖTEKİ ZAYIFLADI.

Son iki bin yıllık Avrupa tarihine bir göz atalım: iki bin yıl önce Avrupa zirvedeydi. Avrupa'nın egemen gücü Roma İmparatorluğuydu. Avrupa'yı ve Yunanistan'ı ele geçiren Roma, Kuzey Afrika, Mısır, Orta Doğu ve Anadolu'nun da sahibiydi. Avrupa ne zaman zayıfladıysa bundan Türkler yaralandılar. Türklerin hiçbir zaman unutmayacakları tarihi gerçek bu.

Roma İmparatorluğu ikiye bölündü. Batı Roma çöktü. Anadolu, İstanbul başkentli Doğu Roma-Bizans İmparatorluğuna kaldı. Avrupa'ya Türklerden ilk derin darbe: Selçuklular on birinci yüzyıldan i tibaren Anadolu'yu ele geçirdi.

Türklerden Avrupa'ya ikinci darbe: Osmanlı'lar on beşinci yüz yılda Doğu Roma-Bizans'ın başkenti İstanbul'u ele geçirdi. Doğu Roma-Bizans tarihe karıştı. On dördüncü yüzyıldan on yedinci yüzyıla uzanan çizgide Avrupa tarihinin en zayıf dönemini yaşamaktadır. Avrupa'da büyük güçlü devletler yoktur. Türklerin karşısında Balkan'larda ufak devletler, Kıta Avrupa'sında Papa'lık kurumu, Akdeniz Avrupa'sında Ceneviz, Venedik gibi tüccar şehir devletler vardır.

Netice: Fatih Sultan Mehmet'ten Kanuni Sultan Süleyman'a uzanan fetih çizgisinde parçalı bu Avrupa'nın üçte biri Türk egemenliğine geçmiştir. Avrupa, kısmen Türk korkusuyla, on yedinci yüzyıldan itibaren güçlü devletler dönemine geçiyor.

Avrupa'nın bu dönemdeki en büyük iki gücü İngiltere ve Fransa'dır. Eski Roma İmparatorluğunun yerini alan Fransa ve İngiltere Balkan'larda, Kuzey Afrika'da, Mısır'da, Orta Doğu'da Osmanlı'nın gücünü adım adım geriletiyorlar. 1918 yılına gelindiğinde tablo:Fransa ve İngiltere bir zamanlar Türk egemenliğinde olan Kuzey Afrika'yı, Mısır'ı ve tüm Orta Doğu'yu ele geçirmekle kalmamış, Osmanlı İmparatorluğunu teslim olmaya zorlamış, İstanbul'u ve Anadolu'yu işgal etmişlerdir.

Göründüğü gibi Avrupa'lılar ve Türkler aynı coğrafya üzerinde yaşıyorlar. Son ikibin yılın tarihi gerçeği: güçlü olan taraf bu coğrafya'da egemen oluyor. İlk bin yılda Roma-Bizans egemenliği, ikinci yedi-sekiz yüz yılda Türk Selçuklu-Osmanlı egemenliği, son üç yüz yılda yeniden Avrupa egemenliği bu bölgede söz konusu.

AVRUPA'NIN ÇÖKÜŞÜ: 1914-1945

Avrupa'nın bir diğer özelliği kendi içinde yaşadığı bitmez tükenmez Avrupa iç savaşlarıdır. İngiltere ve Fransa ile yaşanan savaşların adı "otuz yıl savaşları" ve "yüz yıl savaşlarıdır."

Alman Birliği ise 1870'de Fransa'nın bozguna uğraması, Fransız İmparatoru üçüncü Napolyon'nun esir alınması ve Fra nsa'nın işgal edilmesiyle kurulmuştur.Fransız'lar intikam için 1914'te Almanya'ya saldırmış ve Birinci Dünya Savaşı çıkmış, on yedi milyon insan ölmüştür. Almanya ise buna cevap olarak 1940 yılında Fransa'yı tekrar işgal etmiş ve çıkan bu İkinci Dünya Savaşında yetmiş milyon insan ölmüştür.

1945 yılına gelindiğinde Avrupa durum: Avrupa tükenmiştir. Almanya tamamen yakılıp yıkılmıştır. Güya savaşı kazanan taraf olan İngiltere ve Fransa'da sefalet vardır. Avrupa gıda yardımına muhtaç duruma gelmiştir. 1945 yılında Avrupa'da egemen olan güçler Avrupa dışından gelen Amerikan ve Sovyet ordularıdır. Avrupa'nın yarısını Sovyetler işgal etmiş öbür yarısı da ancak Amerikan yardımıyla ayakta durabilmektedir
.

AVRUPA'NIN İKİ ÖZELLİĞİ
Avrupa'nın tarih boyunca gücünü hep küllerinden yeniden doğmasında aramak gerekir.

Avrupa'nın iki özelliği var: Bir yanda şiddet ve vahşet Avrupa'sı.

Fransızlar yüzyı l süren ihtilalleri boyunca 1789-1870 yılları arasında birbirlerini neredeyse kitlesel olarak öldürmüşlerdir.

Almanlar ise İkinci Dünya Savaşı sırasında bir çoğu kendi vatandaşı olan altı milyon Yahudi'yi fırınlarda yakmışlardır.

Ama Avrupa'nın ikinci bir özelliği de var: iki bin yıldır Avrupa dünyada sanatın, mimarinin, kültürün, müziğin, bilimin, keşif ve icatların, teknolojinin, zenginliğin, bankaların, büyük şirketlerin, dünyanın en güzel bina ve şehirlerinin de merkezi olmuştur.

Avrupa savaşlarda tükenmiş, barışta da zeka, çalışkanlığı ve becerisi sonucu küllerinden yeniden doğarak zirveyi her seferinde ele geçirmeyi başarmıştır.

1945: AVRUPA KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞUYOR.

Avrupa'nın yeniden doğuşu iki aşamada olmuştur. Birinci aşama "asgari" bir vizyon, ikinci aşama "azami" bir vizyonun eseridir.

Birinci aşamada icraatı gerçekleştiren iki Fransız devlet adamı, "Avrupa'nın babası" diye anıla n Robert Schuman ve Jean Monnet'dir.

Bu "asgari" planın iki penceresi vardı. Birinci pencere: lider Avrupa, Fransa ve Almanya'nın çıkarttığı iki dünya savaşı sonucu iflas etmişti. Bu iki ülke arasında savaşın çıkmasını engellemek için Fransız ve Alman orduları "Avrupa Savunma Topluluğu" adı altında birleştirilmeliydi.

Fakat bu Hristiyan-demokrat proje hem sağcıların hem solcuların çok yoğun tepkisi nedeniyle gerçekleştirilemedi.

Bu durumda Avrupa'da savaşın tekrar çıkmasını engellemek için ikinci pencere, ekonomik bütünleşme penceresi devreye sokuldu. 1951 yılında Avrupa "demir-çelik birliği" kuruldu. Projenin bu kez Fransız meclisinden kazasız geçmesi için gayet teknik ve uzun bir metin millet vekillerinin çok yorgun olduğu geç bir saatte oylamaya sunuldu. Projenin önemini oylamada olumlu oy veren millet vekilleri bile ertesi gün gazete manşetlerinden öğrendi. Almanya ise bu dönemde işgal altında olduğu için projeye tepki gösteremedi.

Ekonomi k pencere başarılı olmuş ve Avrupa Birliği yolunda Schuman ve Monnet'in planı geri dönüşü olmayan bir süreci başlatmıştı. Ama bu Avrupa Birliği yolunda atılan bir "asgari" adımdı. Bu asgari adım 1957 yılında Fransa, Almanya, İtalya ve üç küçük Avrupa ülkesi Benelüks "Belçika, Hollanda, Lüksemburg" un imzaladıkları "Avrupa Ekonomik Topluluğu" Roma anlaşmasıyla noktalandı.

Avrupa Birliği "azami" projesi 1958 yılında bir iç savaş ortamında iktidara gelen De Gaulle tarafından başlatıldı. De Gaulle tüm yetkileri kendisine sağlayan bir anayasa ile Fransa'da devlet başkanı olunca kafasındaki Avrupa Projesini yürürlüğe koydu.

Bu proje neydi? Avrupa bir işgal altındaydı. Batı'da Amerikan egemenliği, Doğu'da Sovyetler Birliği ordusu vardı.

Avrupa "Avrupa"lıların olmalıydı. Yani Avrupa'da Amerikan ve Sovyet egemenliğine son verilmeliydi.

De Gaulle yaşadığı sürece hiç Sovyet kelimesini kullanmadı. Onlardan hep Rusya diye bahsetti. Avrupa'nın sınırlarını da çizdi:"Atlantik okyanusundan Ural dağlarına." Bu şemada Amerika'ya yakınlığı bilinen İngiltere'ye yer yoktu. Avrupa Birliği başlangıçta altı ülke olmalıydı: Fransa, Almanya, İtalya ve Benelüks'ün üç ülkesi. De Gaulle'ün Benelüks ülkelerinden "bir vilayetten ülke olur mu?" diye bahsetmesi akıllardadır.

De Gaulle için önemli olan Fransa-Almanya birliğiydi. Bu nedenle yeni kurulan Federal Almanya'nın devlet başkanı Konrad Adenauer'ı tatil evinde ağırladı. Onunla çok sıcak bir dostluk kurdu.

Avrupa Birliği bugün de hala Fransız Cumhurbaşkanı ve Almanya Başbakanının fiili yönetimiyle devam etmektedir. De Gaulle tarih bilinciyle hareket eden bir devlet adamıydı. Bu nedenle birinci aşamada Yunanistan ve Türkiye Avrupa Birliğine dahil edilmeliydi. 1963 yılında bu ülkelerle Atina ve Ankara "ortaklık" anlaşmaları imzalandı. Daha sonra Sovyet işgali son bulduktan sonra "Atlantik'den Ural"lara Avrupa birliği genişletilecekti.

Ama bu Avrupa'da hiçbir zaman İngilt ere olmayacaktı. İngiltere'ye De Gaulle'ün hışmı o kadar büyüktü ki İngiltere ancak onun ölümünden sonra AB'ye üye olabilecekti.

Bütün bu dönemi Paris'te De Gaulle'ün verdiği bursla Paris Siyasal Bilgiler'de ve Sorbonne Üniversitesinde okurken yaşadım.

Yıllar sonra De Gaulle'ün Dışişleri Bakanı ve De Gaulle öldükten sonra Başbakan olan Maurice Couve de Murville 1986 ve 1988 yıllarında İstanbul Üniversitesine davetlim olarak geldi. Sponsorum Sakıp Sabancı'nın bize tahsis ettiği Cadillac limuzin arabasında Couve de Murville'e AB'nin kuruluş aşamasında aklında kalan en önemli anıyı sordum.

Gülümseyerek "boş sandalye diplomasimiz" dedi. Sabahlara kadar süren çetin müzakerelerde De Gaulle'ün Dışişleri Bakanına verdiği talimat "dediklerimizi kabul etmezse toplantıyı terk et, sandalyen boş kalsın" direktifiydi. Avrupa Birliği zor şartlar altında kuruldu. Çünkü De Gaulle'ün kafasında bir lider Avrupa projesi vardı. Avrupa tekrar dünyanın parasıyla, şirketleri yle, bilim ve teknolojisiyle en zengin kıtası haline dönüşmeliydi. Bu nasıl olacaktı?

Savaştan sonra sıfırı tüketmiş olan Avrupa De Gaulle'ün kafasında Amerika ve Sovyetler Birliğine her açıdan kafa tutan bir güç haline dönüşmeliydi. Önce sivil ve askeri amaçlı nükleer enerji geliştirmeliydi. Fransa peş peşe atom bombası denemelerine girişti. Nükleer denizaltı ve uçak gemisini şantiyeye koydu. Bugün Fransa'da sivil amaçlı elli sekiz nükleer santral var. Nükleer santraller konusunda Fransa teknolojide bugün dünyada bir numara.

Askeri savaş uçaklarının yanında Fransa atmosfer dışında ses süratinin üzerinde uçan ilk ve tek sivil yolcu uçağını gerçekleştirdi. Bugün Amerika'nın Boeing firmasına eşit planda rakip olan Fransız Airbus uçaklarına sesten hızlı Concorde uçaklarının kızı olarak bakılmaktadır.Dünyada bugün bin kişi alan en büyük uçak iki katlı A380 Fransa'da Toulouse şehrinde yapılan bir Airbus uçağıdır.

Fransa uzaya uydu fırlatmak bakımından çok başarılı bir program gerçekleştirdi ve bu konuda da lider oldu. Dünyanın en hızlı trenleri Fransa'da inşa edildi. De Gaulle Fransız devlet bankalarının kendi aralarında birleşmesini istedi ve dev BNP bankası kuruldu. Mütehatlik perakendecilik gibi konularda Fransa şirketleri dünya lideri veya ikincisi oldu.

Avrupa Birliğinde hızlı ilerlemeler oldu. Almanya Fransa sınırı Strasbourg'da Avrupa Parlamentosu kuruldu. De Gaulle Avrupa'ya bir büyük vizyon penceresinden baktı. Başlattığı hareketi öldükten sonra seçilen ister sağcı ister solcu tüm Fransız Cumhurbaşkanları devam ettirdi. Cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Estaing'in kararıyla 1981 yılında Yunanistan, Cumhurbaşkanı Mitterand'ın kararıyla da 1985 yılında İspanya ve Portekiz Avrupa Birliğine tam üye olarak kabul edildi.

Sovyetler Birliği çöktü. Avrupa'da Komünizm tarihe karıştı. Doğu Avrupa ülkeleri Avrupa Birliğine üye oldu. Avrupa Merkez Bankası kuruldu. Avrupa ortak parası Euro dünyanın en güçlü parası old u. De Gaulle öldükten sonra tek istisna: İngiltere Avrupa Birliğine kabul edildi. Fakat De Gaulle'ün ön görüleri doğru çıktı. Devamlı olarak gevşek bir Avrupa Birliği talep eden İngiltere Euro'yu kabul etmedi. Kendi milli parasını muhafaza ettiği gibi Euro'yu kabul etmeyen ülkelerin başını çekmeye başladı.



TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİ SÜRECİ YANLIŞ BİÇİMDE "KÜÇÜK VİZYON" PENCERESİNDEN BAŞLADI.

De Gaulle'ün Türkiye'ye uzattığı AB üyelik elini Türkiye yanlış anladı. Yunanistan'ın 1963 Atina anlaşmasını imzalamasından sonra Türkiye 1963 Ankara anlaşmasını imzaladı.

Türkiye tarihte Avrupa'yla eşit durumda lider ülke olduğunu unutarak AB'ye sırf "Yunanistan girdi, bizde peşinden gidelim" düşüncesiyle yaklaştı.

1960'lar da Türkiye demokrasisi zayıf, ekonomisi zayıf, sanayisi olmayan fakir bir ülkeydi. Öte yandan da batının hoş görmeyeceği askeri darbelerle çalkalanıyordu. Bu durumda AB' yi hayal etme durumundan çok uzaktaydı. Zaten bir süre sonrada Ecevit'in Başbakanlığı döneminde AB ile ipleri fiilen koparttı.

BİR ŞAHİDİN GÖZÜYLE

Avrupa'nın AB sürecini içinden yaşadım. General De Gaulle'ün bursuyla Paris Siyasal Bilgiler ve Sorbonne Üniversitesinde okuyordum. Doktora eğitimine başlayınca Eyfel kulesinin yanı başında sarayımsı bir küçük binada, Başbakanlık araştırma ekip şefi olarak çalışmaya başladım. De Gaulle'ün hayal gücü takımı içinde yer aldım.

Sorbonne Üniversitesinde doktoramı bitirdikten ve Paris Üniversitesinde öğretim üyesi olduktan bir süre sonrada Türkiye'ye döndüm ve AB macerasının Türkiye tarafındaki gelişmelerine şahit oldum.

AB ilişkilerini tekrar başlatan lider Türkiye'de Başbakan Turgut Özal oldu.

1986 yılında Fransa Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası içindeydi. Kamu oyu araştırmalarında Cumhurbaşkanlığı yarışında bir numara Profesö r Raymond Barre gözüküyordu. Barre Avrupa Birliğini yönetmiş ve Fransa'da Başbakan olmuştu.

De Gaulle Paris Siyasal Bilgiler'de hocam olmuş, sonra Uluslar Arası İlişkiler Enstütüsün'de beraber ders vermiştik.


Barre, davetim üzerine İstanbul Üniversitesine geldi ve kendisine Fahri Doktora verdik. Sponsorum Sakıp Sabancı'nın bize tahsis ettiği özel uçakla da Ankara'ya gidip Başbakan Turgut Özal'la başbaşa öğle yemeği yedik. Başbakanlık Konutunda Barre Özal'a "neden Avrupa Birliği ilişkilerini canlandırmıyorsunuz? Şimdi müracaat edin. On yıl içinde tam üye olursunuz" dedi. Özal tekliflere inanılmaz derecede açık, çok süratle icraata geçen bir kişiliğe sahipti. Birkaç ay sonra Türkiye'nin niyet mektubu Avrupa Birliği yöneticilerine ulaştı ve Özal Türk milletine AB ile "uzun ince yol başladı" dedi.

AB İLİŞKİLERİNDE EN BÜYÜK İCRAAT 16-17 ARALIK 2004 TARİHİNDE BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN TARAFINDAN BAŞLATILDI.

20 04 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'nın ısrarlı icraatıyla Avrupa ile tam üyelik için üyelik müzakereleri başladı. 16 aralık gecesi başlayıp 17 eylül'e sarkan saatlerde devam eden gergin müzakereler sonucunda Türkiye AB kapısını gerçek olarak araladı.

AB TÜRKİYE İLİŞKİLERİ NEDEN PATİNAJ YAPIYOR?

Ama şimdi ne oluyor? Niye makine patinaj yapıyor? Niye Türk kamu oyu Avrupa Birliğinden soğuyor. Avrupa Birliği kamu oyu neden Türkiye'nin üyeliğine soğuk bakıyor? Başlangıçta AB'de altı olan üye sayısı sonra dokuz, on iki, on beş, yirmi yedi oldu. Her yeni gelen üye Türkiye'nin önüne geçti. Bu nasıl oluyor?

Olayların iki tarafının da gözlemcisi durumundayım. Fransa Cumhurbaşkanları J.Chirac ve N.Sarkozy'nin mezun oldukları Paris Siyasal Bilgilerini bitirdim. Bu okulda ders verdim. Araştırma çalışmalarına katıldım. Fransa-Türkiye, Türkiye-Fransa arasında çok sayıda heyetin gidiş-gelişlerini organize ettim. Rahmetli Sakıp Sabancı'nın Fransa Başkanlık Sarayı Elysee'de Fransa Cumhurbaşkanı J.Chirac tarafından Legion d'honneur madalyasını almasında görev aldım. Bu törene Sayın Güler Sabancı, TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner ve Erdoğan Demirören ile birlikte katıldık.

TÜRKİYE'NİN AB POLİTİKASINDA TEMEL YANLIŞLAR NELER?

Türkiye önce AB'ye üyeliğe Fransa Cumhurbaşkanı ve Almanya Başbakanı tarafından karar verildiğini unutuyor.

Türkiye bu yanlış tutumunun sonucu olarak strateji ile taktiği karıştırıyor. Brüksel'de Komisyon bir karar merkezi değildir. Tekniktir. Dosyalar, fasıllar Brüksel'dedir. Karar Paris ve Berlin'dedir. Türkiye'nin AB üyeliğinin gecikmesi sanılanın aksine bir Merkel bir Sarkozy olayı da değildir. Türkiye elli yıldır AB'ye üye değil oysa birkaç yıl önce kimse ne Sarkozy'i ne de Merkel'i tanımıyordu. Yarın onlar iktidardan uzaklaşsa da Türkiye'ye AB kapısı açılmayacaktır.

Türkiye AB kapısını zorlarken yanlış yerde yanlış za man da enerjisini sarf etmektedir. Brüksel'deki komisyonun komiserlerini karar merkezi sandığı için dosyasının niye ilerleyemediğini anlayamamaktadır. Komisyon komiserlerine ayrılan vakit AB kapısında ilerleme sayılmaktadır. Bir diğer yanlış Strasburg'daki Avrupa Parlamentosunun gücünü abartmakta yapılmaktadır.

Avrupa Parlamentosu lobicilik alanında şüphesiz çok önemlidir. Avrupa Parlamentosunun bir çok lideri ile şahsi dostluklarım oldu. Türkiye'nin üyelik başvurusunu kabul eden Leo Tindemans Avrupa Parlamentosu başkanları Simone Veil, Nicole Fontaine, Klaus Hansch ile şahsen tanıştım. Hepsi Türkiye'nin üyeliği konusunda bana Fransa ve Almanya'yı ikna etmeniz gerekir dediler.

Türkiye Avrupa Parlamentosunda çok ses çıkaran radikal gruplarla, örneğin "Yeşil"lerle iyi ilişkiler içinde. Ama bu grupların Türkiye'nin müzakerelik sürecinde, yeni fasılların açılmasında ne kadar etkisi oluyor? Yeşiller grubu Eş başkanı Daniel Cohn-Bendit İstanbul'u çok seviyor ama ac aba kendi ülkesinde Türkiye'de söylediklerini söyleye biliyor mu? Fransa'daki Korsika, Bask, Brötanya'nın etnik meseleleri konusunda konuştuğu duyulmuş mu? Ondan önce Avrupa Parlamentosu yeşiller grubu başkanlığını yapmış olan Willfred Telkamper'e Strasbourg'da, Avrupa Saray'ında "yeşiller hep Diyarbakır'dan bahsediyor. Neden Fransa ve İngiltere'deki azınlıklardan bahsetmiyorsunuz diye sordum." "Avrupa'da ülkelerin bir kısmında Cumhuriyet rejimi var. Ama İspanya'da, İngiltere'de, Hollanda, Belçika, Danimarka, İsveç, Norveç'te Krallık var Cumhuriyet yok. Fransa'da azınlıklara polisiye tedbirler ile hareket ediliyor. Korsika, Bask, Brötanya azınlıkları konusuna hiç temas etmiyorsunuz ve Fransa'nın katı üniter yapısını eleştirmiyorsunuz. Belçika'da Flamanlar ve Vallonlar ülkeyi bölme noktasında ama orada hiçbir eyleminizi duymadım." Cevap: "AB Parlamentosu çatısı altında bu konuları konuşmamıza izin vermezler" oldu.

AB Politikasında yönetim baştan sona Başbakan düzeyind e dizayn edilmelidir. Bakan düzeyinde gülümseyerek sürdürülen bir politika netice vermiyor. Türkiye devamlı yokuşa sürülüyor. Brüksel yollarında fasıllar arasında gidip gelen Türkiye'nin bu işten bıkması bekleniyor. Başbakan düzeyinde dizayn nasıl olacak? Araştırmamızın başına bir göz atın: bu coğrafyayı iki bin yıldır Avrupa ile beraber yönettik. Bu coğrafyanın iki bin yıldır sahipleri Roma'lılar, Selçuk'lular, Osmanlı'lar, Fransız'lar, İngiliz'ler ve Türkler oldu. Çok kez kendi aramızda savaştık ama barış yapmayı bildik.

Şimdi Avrupa krizde. Bu kriz çok derin bir kriz. Avrupa'nın tarihte yaşadıkları krizden çok farklı. Çünkü Avrupa'nın eriştiği çok yüksek yaşam düzeyine küresel rekabet artık izin vermiyor. Avrupa'da gerçeği kabullenip vites küçültmeye yanaşmıyor. Yunanistan krizi sadece bir başlangıç. İrlanda, İspanya, Portekiz krizde sırada. Fransa, İngiltere ve İtalya'da durum hiç parlak değil. Almanya ne kadar bu krizin dışında ve üstünde kalabilir. Çok şüpheli.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın elinde şimdi küresel düzeyde çok önemli bir fırsat var. Avrupa'ya küçük vizyon penceresinden bakanların elinden kumandayı alması ve icraata bizzat sahip çıkması gerekiyor. Kongre turizmi yapanlara, beş yıldızlı otellerde konaklayıp AB politikasında hiçbir ilerleme sağlayamayanlara izin vermemek lazım. Para belki daha çok ama daha çok netice getirecek yerlerde sarf edilmeli.

De Gaulle'ün Avrupa Birliğini nasıl kurduğunu olayların içinde yaşamış bir kişi olarak yukarda anlattım. De Gaulle'ün metodu esasında Selçuk'lu ve Osmanlı Sultanlarının metodlarından çok farklı değildi. Dünyaya mega icraat vizyonundan bakıyordu. 2010 yılındayız. Türkiye adım adım belki Başkanlık sistemine gidiyor. Son referandum sonuçları Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'nın elini daha da güçlendirdi. Şimdi AB politikasında hücuma geçmenin tam zamanı. Avrupa güç durumda. Avrupa'nın büyük liderlere ihtiyacı var.

Avrupa her zaman küllerinden doğmayı baş ardı. Türkler'de. Büyük devlet kurmak becerimiz bakımından çok benziyoruz. Çıkış yolu: mega projeler, mega icraatlar, mega işbirliği, mega vizyon. Ama bunları gerçekleştirmek için mega ekipler gerekiyor.
 
"2023 SİNERJİ VE DÜŞÜNCE PLATFORMU"


Pardus... Özgürlük İçin...

www.ozanavsaroglu.com
copyright (c) 2010-2011 Tüm Hakları Saklıdır
web tasarım fby
iletişim: efebeytasarim@yahoo.com