Pardus... Özgürlük İçin...
Damgaların Göçü Belgeseli ve Anadolu Türk Tarihinin Yeniden Keşfi
Avşaroğlu Tarafından 26.01.2011 Tarihinde Eklendi

Ankara Güdül ilçesi Salihler Köyü kırsalında yer alan kaya resmi alanları içinde bizim ilk karşılaştığımız alan Deliklikaya kaya resimleri oldu.
Buradaki yuğ töreni alanı, yani ölü gömme töreni yapıldıktan sonra duaların yapıldığı, adakların adandığı, kurbanların sunulduğu yerde yine çok tanıdık resimler yer alıyor. Eski Türk kültüründe önemli yer tutan at ve kurt resimleri bunların başında geliyor.
Oldukça fazla sayıda resmin ve kurganların yer aldığı diğer bir alan ise Yıkılankaya mevkii. Buradaki resimleri de Milattan önce üç binli yıllardan Milattan sonra binli yıllara kadar tarihlemek mümkün. Yine burada da farklı dönemlere ait kültür katmanlarını ifade eden resimlere tanık oluyoruz.
Kaya resimlerini tanımlarken yapılış tarzına dikkat etmek gerekiyor. İlk ve en eski resimler dövme – vurma, ikinci dönemdekiler kazıma ve en yakın döneme ait olanların ise çizgisel üslupla yapıldığına dair tanımlamalar var. Fakat yine de kesin bir ayrım yapmak güç.  Çünkü bazı alanlarda aynı dönemlerde üç üslubun da devam ettiğine tanık olduk.
Bir diğer alan ise Salihler ve Adalıkuzu köyü kırsalında yer alan, Düdük dağının doğuya bakan yamaçlarındaki Asmalıyatak kaya resimleri. Burada derin bir vadinin etrafında yer alan sayıları bin civarındaki kurganlar da yer alıyor. Geçmiş çağların bu kutsal alanı yaklaşık olarak beş kilometre uzunluğunda bir duvarla çevrili.
Kurganlar içinde bir tanesi son derece büyük. Kurgan çapı yaklaşık 35 metre. Bir kağana ait olduğunu düşündüğümüz ve "Kağan Kurganı" olarak tanımladığımız kurgan vadinin batı yamaçlarında. Tam karşısında ise bütün alanlar içinde en zengin pano olan ve "Kağan Panosu" olarak isimlendirdiğimiz büyük pano yer alıyor.
Kağan kurganından karşıya baktığımızda ise Kağan panosunun hemen üst kısmında bir sunak alanı ve onun bir üst kısmında çapını on yedi metre olarak ölçtüğümüz büyük bir kurgan daha yer alıyor.
Bu kayalardaki resimler özellikle Türk dünyasının Altaylar bölgesindeki kayalardaki resimlerle önemli ölçüde birebirlik ve benzerlik gösteriyorlar. Ancak bu kaya resimlerinin bir başka özelliği, hem eski Türk kaya resimlerine benzemeleri, hem de Selçuklu ve Oğuz damgalarının da burada görülüyor olması.
Türkler Altay’lardan, Orta Asya’dan Anadolu’ya 1071’den çok önce gelmişler; gelirken de oradaki kullanmış oldukları kaya resimlerini buraya taşımışlardır.
Kaya resimleri zamanla damgaya, damga ise zamanla alfabeye dönüşmüştür. Yani bizim Orhun alfabesinde kullanılan harflerin önemli bir kısmı, damga olarak karşımıza çıkıyor. Bunu nereden biliyoruz? Türk dünyasında yapmış olduğumuz çalışmalarda, halı-kilimlerde, mezar taşlarında, sokaklarda ve birçok etnografik eserlerde Orhun alfabesindeki damgaları birebir görüyoruz.
Bu açıdan Türkiye’deki sosyal bilimciler, özellikle sosyolog, antropolog, tarihçiler için bu belgesel dizisi sanırım büyük ufuk açacaktır ve Türk tarihi, hatta dünya tarihi yeniden yazılacaktır.
Bu resimlerin, damgaların bize gösterdiği bir başka husus da şudur; nasıl ki biyolojik hayatımızda DNA’lar varsa sosyal hayatımızda da DNA’lar vardır. Ben buna sosyal DNA diyorum. Başka bir tabirle sosyal genetik diyorum. Çünkü Sibirya’dan Balkan’lara kadar olan Türk kültür coğrafyasına baktığımızda birbirinden haberdar olmayan, birbirini görmeyen, birbirinin coğrafyasını tanımayan insanların çok farklı bölgelerde aynı üslubu ortaya koymaları, aynı damgaları kullanmaları son derece manidardır.
"Damgaların Göçü" belgeseli Türk tarihini ve dünya tarihini değiştirecek sosyal özelliklere sahip ve yıllardan beri söylenen bir türküde dile getirildiği gibi bize "Ankara’nın taşına bak’’ diyecek. Eğer Ankara’nın taşına bakarsanız Altay’ları, Türkistan’ı, Sibirya’yı göreceksiniz.
 
Damgaların Göçü Belgeseli Nasıl Başladı?
Bu soruya cevabı belgeselin yapımcısı ve yönetmeni Servet Somuncuoğlu’ndan öğrenmekte fayda vardır. Konu hakkında Somuncuoğlu şöyle diyor:
"Avrasya coğrafyasında bugüne kadar yaklaşık olarak üç yüz elli civarında kaya resmi alanı tespit edildi. Bu alanlar içinde Kazakistan’da Almatı yakınlarındaki "Tamgalı Say" önemli bir yer tutuyor. Tarih öncesi çağların kutsal ibadet yerleri olarak kabul edilen bu açık hava mabetlerinde binlerce kaya resmi var.
UNESCO tarafından koruma altına alınan ve Dünya Kültür Mirası arasında yer alan Tamgalı Say’da da artık bizim için tanıdık, bildik resimleri görüyoruz. Güneş adamlar, ibadet eden, Kağanları ile tören yapan insanlar yer alıyor resimler arasında.
Ankara’nın seksen kilometre batısında, Güdül ilçesinin Salihler Köyü kırsalında dört ayrı alan, yine Salihler ve Adalıkuzu Köyü kırsalında Düdük Dağı’nın doğuya bakan yamaçlarında binlerce kaya resmi var. Bu resimlerde binlerce yıl öncesinin seslerini duyuyor, göğe yükselen yakarışlarına tanık oluyorduk…
Karlı Dağlardaki Sır belgeselinin Türk tarihçiliği açısından bir dönüm noktası olduğuna inanıyorum. Belgesel yayına girene kadar çok dar bir çerçevede ele alınan kaya resimleri, belgeselin yayınıyla birlikte birçok insanın gündemine girdi. Bunların içinde akademisyenler, üniversite öğrencileri, bürokratlar vardı ama asıl önemlisi bu kategorilerin dışında kalan insanların konuya ilgi duymasıydı. İşte bu ilginin sonucunda
Bizim burada da bu resimlerin benzeri var" diye Anadolu’nun birçok yerinden insan benimle irtibata geçti. Bana gelen bilgiler doğrultusunda hemen hemen her yere ulaşarak resim olduğu iddia edilen alanlara baktım. Uzun ve yorucu bir süreçti. Birçok alanda kayda değer bir şey yoktu ama Ankara Güdül Salihler köyünden Cemil Söylemezoğlu’nun beni götürdüğü alanlardaki kaya resimleri, çarpıcıdan öte, muhteşemdi. Cemil Söylemezoğlu ile 2008 yılı Nisan ayında başlayan araştırma ve çalışmalarımız 2010 yılı Nisan ayına kadar sürdü. Aralıklı olarak bölgede on ayrı araştırma gezisi yaptıktan sonra "Damgaların Göçü" belgeselinin projelendirmesi ile çekim süreci başladı".
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşıldığı gibi "Damgaların Göçü", belgeseli aslında TRT. 2 de ilk bölümü 7 Aralık 2007’de yayımlanan ve 5 bölüm olan    "Karlı Dağlardaki Sır" ile başlamıştır. Ayıca o belgeseli izleyen Salihler köyündeki Cemil Söylemezoğlu’nun adlı bir vatandaşın Türk tarihine büyük bir katkı yaptığını ve "Damgaların Göçü" belgeselinin ortaya çıkmasında örnek bir vatandaşlık örneği gösterdiğini söylemek gerekir. Dolayısıyla Söylemezoğlu’nun "Damgaların Göçü" belgeseline katkısı çok önemlidir. Belki de Söylemzoğlu olmasaydı, Salihler köyündeki kayalardaki tarihin şahitleri zamanla yok olacak, Anadolu Türk tarihinin altın bir sayfası tarihin külleri arasına karışacaktı. 
Sayın Cemil Söylemzoğlu, köyündeki kaya resimleri ve yazılar için şöyle diyor:  "Ben dağları çok severim. Fırsat buldukça köyümün çevresindeki dağlara gezmeye giderim. ’Çizikli kayalar’ diye çocukluğumdan beri kaya bu resimlerinin varlığını bilirim. Bu resimler bizim için ’Karlı Dağlardaki Sır’  belgeselini seyredinceye kadar sır olarak kaldı. O belgeseli seyredince, ’Karlı Dağlardaki Sır’ belgeselinin Yapımcı ve Yönetmeni Sayın Servet Somuncuoğlu ile irtibata geçtim. Köyümüzün civarındaki kayalardaki gördüklerine o da inanamamıştı; ’Cemil, çok önemli bir keşif ile karşı karşıyayız, bu resimler Orta – Asya’dakilerle aynı…’ dediğinde çok şaşırdım.  İki yıl boyunca defalarca köyümüze geldi ve dağlara gittik. İşte böylece bizim dağlardaki çiziklerin sırları çözülmüş oldu…"
 "Damgaların Göçü" belgeselinin nasıl doğduğuna dair kameraman Cengiz Karadeniz ise şöyle diyor:
"Mesleki hayatım boyunca çok farklı yerler gördüm, birçok ilginç olay, insan ve nesne görüntüledim, ancak "Karlı Dağlardaki Sır" belgeseli çekimleri beni daha önce yaşamamış olduğum bir heyecan ve keşif duygusu ile tanıştırdı. Taşın dilini çözme, çizdiği görünmeyen yolu takip ederek yine kendime, kendi kültürüme dönmenin heyecanını, çektiğim karelerle de bu taşların gizlediği sırları başka insanlara paylaşmanın keyfini yaşadım. Bizim yaptığımız çalışmanın "Damgaların Göçü" belgeselini doğurması benim için ayrı bir sevinç oldu".
Yukarıda Söylemzoğlu’nun Salihler köyü civarındaki kayalardaki sırların çözüldüğünü ifade etmesi önemli olmakla beraber, aslında Salihler köyü civarındaki kaya resimleri ve yazıların sırrının çözümüne yeni başlanıyor. Çünkü Sayın Servet Somuncuoğlu vasıtasıyla ilk defa keşfedilen alandaki görsel belgeler TRT aracılığıyla kamuoyuna "Damgaların Göçü" belgeseliyle 27 Ocak, 3 ve 10 Şubat’ta sunulacaktır. Umarız "Damgaların Göçü" belgeselinden sonra konunun uzmanları Anadolu Türk tarihini ve arkeolojisini yeniden yazmaya başlarlar.
 
Damgaların Göçü Belgeselinde Görev Alanların Araştırma Hakkındaki Kısa Görüşleri
Sinan Şerif Kaya (Koordinasyon): "Yüzlerce ve belki birkaç bini aşan yıldır, orada, bozkırın ortasında duran taştan mektuplar; köylüler, köyün çobanları bunlardan haberdar ama o kadar uzun zamandır oradalar ki bu taşlar, taşların üzerindeki bu çizgiler, ’artık’ önemli değiller. O kayaların üstündeki, yerleri ve gündoğumuna göre konumları ’gözetilmiş’ o ’kutsal’ resimler, o kadar zaman, bu zamanı beklediler.
Ahmet Veysel Baban (Görüntü Yönetmeni): "Haziran 1992 de tanıştığım televizyon kamerasının gün gelip de bir çekimde bana bu kadar ağır geleceğini, beni bu kadar yoracağını doğrusu hiç aklıma bile getirmemiştim. Yanına yaklaşmanın bile çok zor olduğu sarp kayaların ucundaki bu resimleri ve yazıtları görüntülemek 18 yıllık meslek hayatımın en zor işiydi".
Kamber Koytaviloğlu (Kameraman): "Ve gizlendikleri yerden çıkmaya karar verdiler…"
Yusuf Halaçoğlu (Tarihçi, Gazi Üni. Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı): "Beypazarı ile Güdül arasındaki dağlarda gördüğümüz kaya resimleri, biz tarihçilerin, alışageldiği tarih araştırıcılığından ayrılarak Anadolu tarihini yeni bir gözle değerlendirmemiz ve yeniden yazmamızın gerektiğini ortaya koymaktadır. M.Ö. 3000-5000 yılları arasında tarihlenen bu kaya resimleri, o tarihte yaşamış insanların yaşayış biçimlerini, inançlarını ve kendileriyle ilgili bir takım gerçekleri gözler önüne sermektedir.
Zannediyorum ki konun uzmanı bilim adamları bütün bunları değerlendirdiğinde Anadolu tarihinde çok farklı bir sayfa açılacaktır. Ve bu sayfa, belki de dünya tarihinin yeniden yazılması için yeni bir başlangıç teşkil edecektir.
Türk tarihçilerinin alışageldikleri ölçünün dışına çıkarak, Anadolu tarihini yeniden farklı bir biçimde ele almak ve Türk tarihinin 1071’de başladığı tezinden sıyrılıp, yeni araştırmalara imza atmak durumundadırlar.
Damgaların göçü belgeseli zannediyorum ki, Türklerin hangi coğrafyalarda yaşadığını ortaya koyacak ve Anadolu tarihinin yeniden yazılmasının gerektiğine dair en önemli belgesellerden birisi olacaktır".
Şükrü Haluk Akalın (Dilci, Türk Dil Kurumu Başkanı): "Ankara ilimize bağlı Güdül ilçesi yakınlarında kaya resimlerinin bulunduğu bu alanda ilk gördüğümüz şey, burada yer alan kaya resimlerinin Sibirya’dan başlayıp Türkistan’a oradan Kafkasya’ya kadar uzanan geniş alandaki bir geleneğin yansıtılmış olmasıdır.
Türk damgalarının bu kaya resimlerinin arasında yer alması. Bu resimlerinin Türklerin eseri olduğunu gösteren kanıtlardır. Örneğin Kayı boyunun, Kınık boyunun, Avşar boyunun, Yüreğir boyunun damgasını burada görüyoruz.
Bu resimlerde atla insanın iç içe olduğunu, binicilerin bulunduğunu görüyoruz. Tarihte Türkler atla özdeşleşmiş bir toplum olarak karşımıza çıkıyor.
Bu resimler bize şunu kanıtlıyor Türklerin Anadolu’ya gelişi 1071 Malazgirt zaferi ile değil, ondan çok daha öncelere uzanıyor".
İsmail Doğan (Dilci, Ordu Üni.): "Bu yazılar "diğer dediğimiz Türk yazısı veya Göktürk yazısı diye anılan yazıdır" ki, Türk’ün kendi yazısıdır. Bu yazılar en az 5000 yıl öteden başlayıp günümüze kadar gelen kültürün devamlılığını gösteren belgelerdir.
Büyük panoda görünen resimler aslında bir fikir yazısıdır, düşünce yazısıdır. Buna idogram da deniliyor; ama Türkçesi düşünce yazısıdır. Panoramadaki yazılar adeta bir seremoniyi, burada yapılan belki bir adağı, bir töreni, bir şöleni anlatıyor. Benzerlerini başka yerlerde olduğu gibi Kafkasya’da Hasaut Deresinde, Zelençuk’te ve Sibirya’da da görebiliyorsunuz.
Bu resimleri kim veya kimler çizmişler? Haliyle Sibirya’dakini, Kafkasya’dakini kim yapmışsa, bu kültürü kim yaşatmışsa bunları da onlar yapmıştır. Ne yazık ki bunlar şimdiye kadar pek görülmedi, araştırılmadı. Bu resimler Anadolu’ya 1071’de ilk kez gelmediğimizi, bilakis Anadolu’da bizim daha önce var olduğumuzu göstermektedir".
Cengiz Saltaoğlu (Araştırmacı): "Salihler Köyü kırsalındaki sekiz kaya resimleri ve yazıtlar alanında da bir konu bütünlüğü ve tarihsel süreklilik görmekteyiz. Bunları bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, bunun Asya’daki Eski Türk kaya resimleri ve yazıtları geleneğinin bir devamı olduğunu söyleyebiliriz.
Ankara Güdül Salihler Köyü kaya resimleri alanında bizim açımızdan en dikkat çekici yönlerden birisi Eski Türk runik alfabesiyle yazılmış yazıtların bulunması.
Türk tarihi açısından önemli olan nokta, buradaki kaya resmi alanlarında karşılaşılan yazı türünün hemen tümüyle eski Türk runik alfabesi olması. Bu da bu kaya resmi alanlarının Türk kültürüne, Türk kimliğine aitliği yönünde önemli bir veri bizim açımızdan. Kaya resmi alanlarındaki yazıtların genel içeriği bunların dua ve dilek metinleri olması, bu da bizi şaşırtmıyor. Çünkü kaya resmi alanlarının genellikle birer inanç ve ibadet alanı olduğunu biliyoruz.
Buradaki yazıtlar dil özellikleri yönünden Orhun-Yenisey yazıtlarından biraz daha eski.
Bu yazıtlar kuşkusuz, Türklerin 1071 yılından çok daha önceleri de Anadolu’da bulunmuş ve yerleşmiş olduklarına ilişkin doğrudan birer kanıt oluşturmaktadırlar".
Ahmet Taşağıl (Genel Türk Tarihçisi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üni. Tarih Bölümü Başkanı) "Türk’ler gittikleri yerlerde kendi damgalarını da bıraktılar. Bu damgaları bilinen tarihî devirlerde mimarî eserlerde görebiliyorduk; ama bizi esas heyecanlandıran, ilk göçler esnasında Türk’lerin gittikleri yerlerdeki kayaların üzerine kendi hatıralarını bırakmış olmalarıdır.
Türk’ler nerede çok yoğunlukta yaşadılarsa, orada çok fazla kaya resmi bıraktılar. Abakan, Altaylar, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan’ın bir kısmı, Azerbaycan ve Anadolu olmak üzere pek çok mekânda bunun örneklerini görüyoruz.
Anadolu’nun büyük kesiminde bulunan Türk’lere ait kaya resimleri M.Ö.’ki çağlardan itibaren M.S.’ki devirlerde de Anadolu’nun nasıl Türkleştiğini ispat etmektedir.
Böyle bir açıdan bakıldığında yazılı tarih ile kaya resimleri üzerindeki tarihi birleştirerek yeni bir tarih teorisini ortaya rahatça koyabiliriz.
Diğer yandan açıkça ifade etmek gereken husus, Mısırlıların papirüse. Çinlilerin İpeğe, Sümer, Asur vs. toplulukların kil tabletler üzerinde yaptıkları işaretleri, Eski Türkler kayalar üzerine yaparak gelecek nesillere miras bırakıyorlardı. Dolayısıyla günümüze ulaşabilmeyi başaran kaya resimleri Türk tarihinin eşsiz hazinesidir".
Yaşar Çoruhlu (Sanat Tarihçisi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üni.): Kaya resimleri, sanat tarihinin en önemli alanlarından olduğu gibi Türk sanat tarihinin de en önemli alanlarındandır. Buradaki kaya resimleri "noktalı vuruş", "kesme" ve "oyma" teknikleriyle yapılmıştır.
Söylemiş olduğum tekniklerin tümü, İç Asya ve Orta Asya’daki Türklerin yayılmış olduğu alanlardaki kaya resimlerinde de kullanılmıştır.
Bu resimleri çok rahatlıkla iç Asya’dan Anadolu’ya doğru gelen bazen de Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya gelip oradan Anadolu’ya doğru gelen hat üzerinden yayılmış olan kaya resimlerine bağlıyoruz.
Buradaki örneklere kronolojik olarak baktığımız zaman, bu resimler, M.Ö. 3000’lerden M.S. ise 6. ve 7. yy.lara kadar gelen ve birbirleriyle bağlantılı örneklerdir.
Buradaki resimler Orta ve İç Asya’daki - gerek Sibirya’daki gerek Kazakistan’daki gerek Moğolistan’daki- çeşitli kaya resim merkezleriyle uyuşmaktadır. Dolayısıyla buradaki resimleri yapan insan toplulukları muhakkak ki bozkır kültür çevresiyle ilişkili olan topluluklardır".
S. Yücel Şenyurt (Arkeolog, Gazi Üni. Arkeoloji Bölümü Başkanı): "İlk defa burada tespit ettiğimiz kurganlar ve hemen onların yakın çevresindeki kayalıkların doğu yüzlerinde yer alan kaya resimlerindeki Avrasya bozkırlarından bildiğimiz at tasvirleri, runik yazı örnekleri ve çeşitli Türk boylarına ait damgalar, bu alanın Hun ve Göktürk dönemlerine ait olabileceğini göstermektedir.
Ankara’da Türk Tarihi ve Anadolu Arkeolojisi için çok büyük bir keşif…
Orta Asya’da kaya resmi alanlarının aynı zamanda birer sunu alanı, kurban törenlerinin gerçekleştirildiği bir kült alanı olduğunu bilmekteyiz. Buradaki kaya resimleri ve runik yazıların oluşturduğu bu sunu alanı bu anlamda Anadolu’da tespit edilen ilk örnektir.
Bu alanda yapılacak arkeolojik kazı çalışmaları hem kurganlar ve hem de söz konusu kült alanı ile ilgili daha önemli ve kesin bilimsel veriler sunacaktır".
Atakan Akçay (Arkeolog, Gazi Üni.): "Anadolu tarihini yeniden yazmanın gerekliliğini ortaya koyacak yeni arkeolojik keşiflerle beraberiz. Bölgede sayıları 1000’e yaklaşan taş yığma kurganların yanında kayalar üzerinde hem bizlerin neolitik dönem öncesinden bildiğimiz avcı-toplayıcı dönem insanlarının yansıtan kaya resimleri hem de runik Göktürk harfleriyle yazılmış yazıtlar bulunmakta".
NOT: "Damgaların Göçü" belgeselinin tanıtım bültenini, bazı fotograflar ile belgeselde görev yapanların görüşlerinin tamamınıokumak için lütfen
http://www.mustafaaksoy.com/default.asp?inc=makale&id=61adresini açınız.
 


Pardus... Özgürlük İçin...

www.ozanavsaroglu.com
copyright (c) 2010-2011 Tüm Hakları Saklıdır
web tasarım fby
iletişim: efebeytasarim@yahoo.com