KENTLEŞME VE KONUT POLİTİKALARI
Avşaroglu Tarafından 05.05.2016 Tarihinde Eklendi ve 1240 Kez Okundu...

 SAĞLIKSIZ KENTLEŞMENİN NEDENLERİ VE ÇEVRE ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ      

 

                    

Öğrencinin

 

Adı – Soyadı      :  mEHMET EMİN ÖNDER

 

NumarasI             :   0778B013

 

Öğretim üyesi : dr.MUSTAFA  FARSAKOĞLU

 

                                                           ŞANLIURFA

2008

 

 

İÇİNDEKİLER

                                                                                                                    SAYFA

1-GİRİŞ                                                                                                                                3

I.BÖLÜM

2-Çevre                                                                                                                             4

2.1-Çevre Hakkı                                                                                                             4

II.BÖLÜM

A– 1982 Anayasası ve Çevre Hakkı                                                                    5

1. Anayasa’nın 56. Maddesi                                                                                          5

2. 1982 Anayasası’nın Çevreye İlişkin Diğer Hükümleri                                           5

B– Çevre Kanunu ve Çevre Hakkı                                                                    7

C-KENTLEŞME KAVRAMI VE TANIMI                                                                     9

D-Sağlıksız Kentleşmenin Nedenleri Ve Çevre Üzerindeki   Etkileri                                                                                                                         10

1-Göçler - Çarpık Kentleşme:                                                                                     10

2-Gecekondunun Tanımı ve gecekondulaşma                                                           12

2.1. Gecekondulaşma Nedenleri ve Oluşum Süreci                                               13

a) Tarımda makinelaşma                                                                                         13

b) Kentleşme ve Sanayileşme Gelişmesi                                                                 13

c) Konut Politikasının Yetersizliği                                                                          14

d) Kira Bedellerinin Yüksek Oluşu                                                                        14

e) Psikolojik Nedenler                                                                                              14

f) İç Güvenlik                                                                                                            14

g) Zabıta Kontrollerinin Yetersizliği ve Politikacıların Rolü                              14

3-Sanayileşme                                                                                                               15

4-Hızlı nüfus artışı                                                                                                       15

E-Çevre Sorunlarının Başlıca Kaynakları:                                         15
                                                                 III.BÖLÜM

3-ÇÖZÜM ÖNERİLERİ                                                                                                  16

4-SONUÇ                                                                                                                           17

KAYNAKÇA                                                                                                                     19

 

 

 

Giriş

Kentler, uygarlığın, gelişmenin, refahın, estetiğin, kültürün ve insana ilişkin her olumlu şeyin kaynağı ve merkezi olarak bilinirler. Gerçek anlamda bir kent, her zaman bu olumlu nitelemelere sahiptir. Ancak, hep bu idealize edilen kentin yanında bir de gerçekleşemeyen ve düşlerde kalan bir kent vardır. Ve bu kentin tutunamayanları vardır. “Tutunamayanlar” kavramı özellikle seçildi. Her ne kadar bu deyiş bir romandan esinlenilse de, dünyanın ve elbette kentlerin tutunamayanlarının çok fazla olduğu bir yüzyılda, bu tanımlama oldukça uygun düşmektedir. Doğuştan şanssız olanlar, bir türlü belli bir yaşam standardının üzerine çıkma olanağı bulamayanlar, dünya nüfusunun yaklaşık % 80’ni oluşturmaktadır. “Yoksulluk” ve “yaşama bir yerinden tutunamama” oldukça örtüşmektedir. Çünkü, yoksul olan, asgari yaşam standardından yoksun kimse olarak tanımlanmaktadır (Dağdemir, 1999: 25). Asgari yaşam standardını yakalayamayan kimseler çoğu kez, kentlerin tutunamayanları olarak “varoş insanları” ya da “gecekondulular” “sınıfaltı kitle” (Pınarcıoğlu ve Işık, 2001: 31) gibi kavramlarla kimine göre, sağlıksız kentleşme ürünleri, kimine göre barınma ve geçinme sorunlarına alternatif ekonomik çözüm (Keleş, 2002: 551 ) gibi göreli tanımlamalarla sınıflandırılmaktadırlar.

Bu sınıflandırma, gerçekte her kentte yan yana yaşayan, ancak birbirinden kopuk; kentin bir yüzünde alabildiğinde refah içerisinde yaşayanlar, diğer yüzünde büyük bir bölümü işsiz, çocuklarının oynayacak oyun alanı bile olmayan, eğitim olanakları sınırlı, sinema ve tiyatro gibi kavramlara yabancı olanlar (Erkan, 2000: 18-19); bir tarafta su gibi para harcayan ve  her akşam ekranlardan taşan “ünlü”lerin yaşamı, diğer tarafta çocuğuna okul elbisesi alamayan ve harçlık veremeyenlerin, gelecekten umudu olmayanların  ve sürekli depresyonda yaşayanların bir fotoğrafını da sunmaktadır.

Sağlıksız kentleşmeyle birlikte kente taşınan, ancak hiçbir zaman kentlileşemeyen nüfus, bir anlamda akla gelebilecek her anlamda hayata tutunamayanlar sınıfına girmekte, tüm kentsel toplumsal yapıdan kopan ve kendine özgü yaşam alanları oluşturan bir bütün olarak kabul edilmektedir. Kentsel yoksulluk, çeşitli yokluklardan acı çeken yoksulları, sosyal korumayı, sağlık, eğitim, konut, kişisel güvenlik, alt yapı gibi yoklukları kapsayan, dinamik ve potansiyel boyutları olan bir sorundur (www.worldbank.org, 2002). Doğal olarak, “diğer kentliler”le aralarında önemli eşitsizlikler ve kopukluklar olan bir toplumsal kesimi anlatmak üzere kullanılan bir fenomendir.

Gelir, eğitim, sağlık, güvenlik ve yaşam kalitesindeki yetersizlikler sonucunda, kendine yetemeyen ve kentsel toplumsal yapıya yabancılaşan bir sınıf doğmaktadır. Bu durum, hem gelişmiş ülkeler hem de gelişmekte olan ülkeler için geçerlidir. Ancak, gelişmekte olan ülkelerde durum çok daha trajik bir boyuttadır. Temel gereksinimlerini bile karşılamaktan yoksun sınıflar, her türlü sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel hastalığın kaynağı durumuna gelmektedirler. Küreselleşmenin kontrol edilemeyen negatif yanları da bu hastalıkları artırmakta, kamu hizmetlerinin bile artık yalnızca satın alma gücü olanlara sunulması gibi bir sapmaya gidilmektedir.

Türkiye’de de hem büyük kentlerde hem de diğer kentlerde kentsel yoksulluğun, kentsel kopmanın ve gettolaşmanın her örneğine rastlamak olanaklıdır. Oldukça sorunsuz görünen, sağlıklı kentleşmenin yaşandığı düşünülen kentlerde bile bu durumla karşılaşılabilmektedir. Bu kentlerde bile birçok kimsenin, mesleksiz, sağlıksız, mutsuz, gergin  ve tüm kentsel sosyal yapıdan kopuk olduğu gözlenebilmektedir.

Türkiye’de İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerin %50’den fazlası varoşlarda/yoksulluk mekanlarında yaşamaktadır. Sağlıklı bir kentsel gelişme ve yapılaşmanın olmadığı Türkiye’de birçok il merkezinde temel altyapı sorunları bile aşılmış değildir. Kaldı ki, kentsel yoksulluğun ve doğurduğu parçalanmışlığın giderilmesi herşeyden önce bir sosyal planlama konusudur. Temel altyapı sorunları aşıldıktan sonra kentle bütünleşemeyenlerin kentsel toplumsal sistemle bütünleştirilerek, her alanda üretken, kendine yeten, dolayısıyla her türlü sosyal şiddet ve yıkımdan arınmış bir kimliğe büründürmeleri için katılımcı ve demokratik bir sosyal planlamanın kısa ve uzun dönemli olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Çevre

Kısaca, tüm canlıların ortak yaşama alanlarını oluşturan hava, su ve toprak şeklinde tanımlanabilir. Başka bir ifade ile insanın etrafında bulunan tüm canlı ve cansız varlıklar; dağlar, ormanlar, kırlar, göller, akarsular, dereler, tarım alanları, kumsallar yani, tüm yaşanan alanlar çevreyi oluşturur

Çevre Hakkı

Çevre hakkı Anayasamızın 56. Maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; “herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşın ödevidir.” Anayasamız çevre hakkını; devletin ödevi, vatandaşın ödevi ve herkesin hakkı olarak üç açıdan düzenlenmiştir.

Çevre hakkını oluşturan unsurları üç başlıkta inceleyebiliriz;

Çevre Hakkının Öznesi; Çevre hakkının özneleri, bu hakkın kullanıcıları, yani bu hakka uyulmasını talep edebilecek yararlanıcılardır. Bu özneyi şimdiki ve gelecek kuşaklar olarak belirlemek mümkündür. Öznenin ikinci kısmı, çevre hakkının yararlanıcıları bakımından öteki haklarda bulunmayan bir özelliği de yansıtmaktadır. Bu hak günümüz insanlarının gelecek kuşaklara karşı sorumluluğu ve iki kuşak arasındaki dayanışmayı göstermektedir.

Çevre Hakkının Konusu; Korunması gerekli, çevresel değerleri ifade eder. Somutlaştıracak olursak, Çevre kanunun 1. maddesinde belirtildiği gibi, kırsal ve kentsel araziler, doğal kaynaklar, su, toprak, hava, doğal ve tarihsel değerler, atmosfer ormanlık alanlar kısacası yaşamın kendisi ve hatta biyosfer, çevre hakkının konusunu oluşturmaktadır.

Çevre Hakkının Muhatabı; Çevre hakkının muhatabının tespiti, sorumluluk ve yaptırım açısından önem taşır. Kısaca belirtecek olursak çevre hakkının kullanıcıları aynı zamanda muhataplarıdır. Keza devlet de muhataplar arasındadır.

İçinde bulunduğumuz son 20 yıl, bir insan hakkı olarak kişilerin ve toplulukların çevre hakkını hukuksal olarak tanıma, hakkın kullanım ve uygulama yöntemlerini belirleme zamanı olarak kabul edilmektedir. Yeni bir insan hakkı olarak son yıllarda uluslararası belge ve anayasalara giren ve çevre korumanın en etkili ve önemli hukuksal aracını oluşturan çevre hakkı, çevre hukukunun, ulusal alanda olduğu kadar, uluslararası alanda da ortaya çıkan bir görüntüsüdür. Çevrenin ve insan yaşamının korunmasına ilişkin bir hakkın tanınması, son 20-30 yılda duyarlı bir düşünce olarak ortaya çıkmıştır. Geleneksel insan hakları araçları ile önlenemeyen çevreye yönelik ihlâllerin aşılmasında çevre hakkı, insan haklarında evrimi sağlayan önemli bir özellikli hak türü olarak ortaya çıkmıştır

 

 

 

 

A– 1982 Anayasası ve Çevre Hakkı

1. Anayasa’nın 56. Maddesi

1982 Anayasasının, “Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması” başlığı ile 56. maddesinde düzenlenen Çevre Hakkı, Anayasasının “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” bölümünde yer almıştır.

56. madde; “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükmünü getirmiştir. Bu hükümle, 1982 Anayasası, çevre hakkını oldukça geniş bir biçimde tanıyan anayasalar arasında yer almıştır.

2. 1982 Anayasası’nın Çevreye İlişkin Diğer Hükümleri

Anayasa’nın çevreye ilişkin en önemli maddesi 56. madde olmakla birlikte, aşağıda görüleceği üzere, Anayasa’nın birçok maddesi ile çevreyi koruyucu hükümler getirilmiştir:

Anayasa’nın 35. maddesinde, herkesin mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, ancak bu hakların kamu yararına sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır.

Mülkiyet hakkını düzenleyen bu hüküm çevre hakkını düzenleyen 56. madde ile ele alındığında, karşı karşıya bulunan iki hak arasındaki dengenin “kamu yararı” ölçütü ile değerlendirilmesi halinde çevre hakkı yararına yorum çıkarılmasını gerektirmektedir. Kamu yararını gözeten çevre hakkına aykırı bir tarzda kullanılamayacak olan mülkiyet hakkının çevre hakkı yararına sınırlandırılabileceği yorumunun yapılması mümkündür.

Anayasa’nın, kamu yararına ilişkin hükümlerinde de çevreyi koruyucu maddeler mevcuttur. Bu çerçeve içinde 43. maddede, kıyıların, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceği hükme bağlanmıştır.

44. maddede, toprağın verimli olarak işletilmesini koruma ve geliştirmede, erozyonla kaybedilmesini önleme veya yeterli toprağı bulunmayan çiftlikle uğraşan köylüye toprak sağlama görevi devlete verilmiştir. Aynı madde, çiftçiye toprak sağlanmasının, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz; hükmünü getirerek, en önemli çevre değerlerimizden olan orman ve yeraltı servetlerimizi de koruma altına almak istemiştir.

Anayasa’nın 45. maddesi, bugün ülkemizin karşı karşıya kaldığı en önemli sorunlardan olan tarım topraklarının azalmasının önlenmesine ilişkindir. Bu maddeyle, Devlet tarım arazileri ile çayır ve mer’aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemekle ve tarımsal üretim plânlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmakla görevli kılınmıştır. Bu amaçla, Devletin tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerini ve diğer girdilerini sağlamasını kolaylaştırmasına ilişkin hüküm aynı maddede getirilmiştir.

Bilindiği gibi, ülkemizde toprak kullanımı ve beraberinde getirdiği sorunlar giderek önem kazanmaktadır. Bu sorunların en önemli sonuçlarından birisi de büyük ölçüdeki toprak kayıplarıdır. Bu hususta tarım arazilerinin yanlış kullanılmasından kaynaklanan erozyon, çoraklaşma gibi sorunların yanında, verimli tarım alanlarının kentsel ve endüstriyel tesislerle örtülmesi, açık maden kazıları ile tahribata uğraması ve çeşitli atıklarla kirlenmesi de önemli rol oynamaktadır. Bu önemli sorunları kapsayan Anayasa’nın söz konusu maddesi bu alanlarda çalışanların korunmasına da haklı olarak önem vermiştir. Ancak konuyla ilgili yasaların bir an önce çıkarılması gerekmektedir.

Konut hakkını düzenleyen Anayasa’nın 57. maddesi, Devlete, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir plânlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alma ve toplu konut teşebbüslerini destekleme görevini vermiştir.

Bilindiği üzere, kentsel toprakların plânsız ve bazı çıkar gruplarına yarar sağlayacak plânlar ile gelişmesi de çevre sorunlarını artıran nedenlerdendir. Gelişmekte olan ülkelerde kentler, genellikle endüstrileşme, kentleşme sorunları ve bunların getirdiği nüfus yoğunluğu, hava, su ve toprak kirlilikleri ile plânsız olarak gelişmektedir. Nüfusu fazla olan kentlerde bu sorunlar giderek artmakta ve kentler yaşanamaz hale gelmektedir. Anayasa’nın bu maddesi plânlı bir kentleşme, çevre şartlarını gözeten bir plânlama ve plânlı konut politikasını düzenlemekte ve Devlete bu konuda yükümlülükler getirmektedir.

Anayasa’nın 63. maddesi, Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır, hükmünü getirmektedir. Bu hüküm doğrultusunda 1963 yılında yürürlüğe giren 2863 sayılı Kültür ve Doğa Varlıklarının Korunması Kanunu’nda, kültür varlığı, doğa varlığı ve sit kavramları ile koruma alanının tanımları yapılmış ve bu alanlarda izinsiz yapı yapılması yasaklanmıştır. Söz konusu yasa korunması gerekli olan taşınır ve taşınmaz kültür ve doğa varlıklarıyla ilgili tanımları yapmak, işlem ve etkileri düzenlemek ve bunlara ilişkin ilke ve uygulama kararlarını alacak örgütü kurmak amacını taşımaktadır.

Anayasa’nın 56. maddesinde yer alan çevre kavramı 63. maddede sözü edilen tarih, kültür ve tabiat varlıklarını da kapsayan geniş anlamda “çevre”dir.

Öte yandan Anayasa’nın malî ve ekonomik hükümleri düzenleyen dördüncü kısmında yer alan 168. maddede, tabiî servet ve kaynakların Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu, bunların aranması ve işletilmesi hakkının Devlete ait olduğu düzenlenmiştir.

Ormanların korunması ve geliştirilmesine ilişkin 169. madde ise, “Devlet ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerine yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir” hükmünü getirmiştir.

168. ve 169 uncu maddeler, tabiî servet ve kaynakların ve bu servetlerin en önemlisi olan ormanların korunmasında Anayasa’nın verdiği önemi vurgulamakta ve bunların korunması görevini doğrudan Devlete verdiğini göstermektedir.

B– Çevre Kanunu ve Çevre Hakkı

1982 Anayasasının çevre hakkında ilk kez düzenlemesinin ardından 9 Ağustos 1983 tarihinde 2872 sayılı Çevre Kanunu yürürlüğe girmiştir. Kanun’un amacı, 26.4.2006 tarihinde, 5491 sayılı kanunla getirilen değişiklikle şu şekilde ifade edilmiştir;

Bu Kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır.”

 

(– Bütün vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi,

– Kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması,

– Su toprak ve hava kirlenmesinin önlenmesi,

– Ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu olarak belirli hukukî ve teknik esaslara göre düzenlemek, olarak belirlenmiştir.)

Bu maddede çevrenin “bütün vatandaşların ortak varlığı” olarak tanımlanması çevre hakkının herkesin hakkı olduğuna ilişkin ilkesidir. Ancak “herkes” yerine “vatandaş” kavramı yer almaktadır. Bu durumda Türkiye’de açılacak idarî davalarda, yasal çerçeve açısından dava hakkının en fazla Türk vatandaşlarına tanınabileceği sonucu çıkmaktadır. Kanun’da çevrenin korunmasından yararlanılacak özneler olarak “bugünkü ve gelecek kuşaklar”ın belirlenmiş olması, çevre hakkının “kuşaklararası” niteliğine uygun düşmektedir.

2872 sayılı Çevre Kanunu “katılım” konusunda çeşitli hükümler getirmiştir. Kanun’un 1. maddesi, çevrenin “bütün vatandaşların ortak varlığı” olduğunu, 3. maddenin (a) bendi “çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesinin gerçek ve tüzel kişilerle vatandaşların görevi olduğunu” belirtmiştir.

Bu açıdan bir başka hüküm 30. maddede “Bilgi Edinme ve Başvuru Hakkı” başlığı ile yer almıştır. Bu hüküm şöyledir: “Çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören  veya haberdar olan herkes ilgili mercilere başvurarak faaliyetle ilgili gerekli önlemlerin alınmasını  veya faaliyetin durdurulmasını isteyebilir.

Herkes, 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında çevreye ilişkin bilgilere ulaşma hakkına sahiptir. Ancak, açıklanması halinde üreme alanları, nadir türler gibi çevresel değerlere zarar verecek bilgilere ilişkin talepler de bu Kanun kapsamında reddedilebilir.”

Madde metninden anlaşıldığı üzere çevrenin kirlenmesiyle herhangi bir çıkar ilişkisi olmayan ve sadece haberdar olanlara bile idarî makamlara başvurma hakkı tanınmıştır. Bu hüküm katılıma ilişkin önemli bir madde olup, idarî ve yargısal başvuru için dayanak teşkil etmektedir.

Çevre Kanunu ayrıntılı bir Kanun olmayıp, çerçeve kanun niteliğindedir. Bu nedenle düzenlediği konulardaki uygulamaları yönetmeliklere bırakmıştır. Şimdiye kadar çıkarılan yönetmelikler şunlardır:

– Çevre Kirliliğini Önleme Fonu Yönetmeliği,

– Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği,

– Gürültü Kontrol Yönetmeliği,

– Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği,

– Gemi ve Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri İle Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmelik,

– Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği,

– Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği,

– Tıbbî Atıkların Kontrolü Yönetmeliği,

– Zararlı Kimyasal Madde ve Ürünlerinin Kontrolü Yönetmeliği,

– Tehlikeli Atıkların  Kontrolü  Yönetmeliği.

 

 

C-KENTLEŞME KAVRAMI VE TANIMI

Kentleşme gerçekte belirli bir yerleşim bölgesinde, nüfusun aşırı artışı ve bu nedenle yeni etkenlerin yaratılması, yeni çözüm koşullarının bulunması demektir. Günümüzde özellikle gelişmekte olan ülkelerde sosyal değişmenin en açık göstergelerinden birisi kentleşmedir. Yalnız, kentleşme olgusunu ele alırken hızlı nüfus artışıyla aralarındaki ilişkiyi de belirtmek gerekmektedir. Henüz tam anlamıyla sanayi toplumu olma aşamasına

erişememiş bulunan toplumlarda, bir yandan aile ve nüfus planlaması konusundaki politikaların yetersizliği; diğer yandan tarıma dayalı üretim tarzının hakim olması ve kent merkezlerin iş alanlarının, sosyal imkanların cazibesi kırsal alandan kente doğru bir göç hareketinin yaşanmasına neden olmaktadır. Başka bir ifadeyle, kırsal yapıda yaşanan hızlı nüfus artışı ve toprağın parçalanması, kentin de çekiciliği ile birleşerek hızlı bir kentleşme sürecini yaşanmasını gerekli kılmaktadır. Kentleşme üzerinde çalışan araştırmacılar, farklı yaklaşımlarla konuyu ele aldıklarından, tanımlamalar da çeşitlilik göstermektedir. Bunlardan birisi teknolojik ölçüte dayalı olarak, Ozankaya tarafından şöyle tanımlanmaktadır: “Kentleşme tarım dışı etkinliklerin özellikle sanayileşmenin gelişmesi sonucu nüfusun kentlerde toplanması ve kentsel alanların genişleme sürecidir”16 şeklindedir.      Kentleşmeyi demografik ölçütü ön planda tutarak tanımlamaya çalışanlara göre kentleşme, kent olarak kabul edilen yerleşim birimlerinin sayıca artışı olarak nitelendirilmektedir. Gökçe’ye göre kentleşme: “Belirli bir zaman aralığında şehir olarak kabul edilen yerleşme birimlerinde nüfus artışı ile birlikte görülen ekonomik ve toplumsal yapıdaki değişmeyi belirleyen süreçtir.” Bu tanımlamada Gökçe, kentleşmeyi nüfus artışına bağlı sayısal ölçütlere göre değerlendirmektedir. Aynı zamanda, sosyal ve ekonomik yapıdaki değişmeyi belirleyen bir süreç olarak da kentleşme bu tanım içerisinde yer almaktadır. Kentleşme (urbanization) genellikle belirli bir yerleşim bölgesinde, aşırı nüfus artışı olarak anlaşılır ve salt nüfus artışının, kentleşmeyi gerçekleştirdiği sanılır.                Nüfus artışı, kentleşme yönünden en önemli ayırıcı ve belirleyici bir öğedir, fakat başlı başına kentleşmenin öğesi değildir. Başka bir deyimle, belirli bir bölgedeki nüfus yığılması, o bölgenin kent niteliğini kazandığını belirleyemez. Bu açıdan bir yerleşim bölgesini normal doğurganlıkla nüfus artışı dışında nüfusunun çoğalmasının kent için yeterli olmadığı vurgulanması gereken bir noktadır. Yukarıdaki açıklamalarımızda belirttiğimiz gibi, kırsal ve kentsel alanlardaki esas çelişki, yalnızca nüfus yönünden değildir. Aradaki farklılaşma, sosyal yapı farklılaşmasıdır. Bu açıdan kentleşme bir sosyal yapıdan diğer bir sosyal yapı türüne geçişi dile getirir. Kentleşme durumunda çevresel (ekolojik) merkezileşme ortadan kalkmakta toplumsal ilişkiler etkilenmektedir. Bu açıdan da değişme süreci içinde yığınlar için yeni yaşama tarzı (new modus viwendi) söz konusudur. Yerleşme bölgesindeki yaşama örgütlenmesi değişmektedir. Yine kentleşme geniş ve dar anlamda olmak üzere iki şekilde tanımlanabilmektedir. Kentleşmeyi bu bağlamda dar anlamıyla tanımlayanlardan birisi İspir’dir. İspir’e göre, “... Kasaba ve kentlerde veya belirli bölgede halkın toplanması oranındaki yükselme olarak, geniş anlamda da kentleşme oranındaki yükselme, üretim ve hizmetlerin büyümesini sağlayan sanayileşmenin etkisiyle veya doğum oranının fazla olması ve bu fazlalığın kent içi yerleşim yerlerinde yaşamak istemeleri veya iskan edilmeleri nedeniyle nüfusun kentlerde birikmesine ve kent sayısının artmasına neden olan, aynı zamanda da burada yaşayanların özel hayatlarını ekonomik, sosyal ve siyasal davranış açısından etkileyen ve devletinde belirli birtakım faaliyetlerini gerektiren değişiklikler olarak tanımlanmaktadır.” Keleş’te kentleşmeyi dar anlamıyla, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artması olarak tanımlamaktadır.                 Kentleşmenin ekonomik, toplumsal ve siyasal boyutlarını da hesaba katan, geniş anlamda bir tanımı belki şudur: Sanayileşmeye ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında, artan oranda örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma yaratan , insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi sürecidir. Kentsel nüfus bir yandan doğumların ölümlerden fazla olması sebebiyle, öte yandan da köylerle kasabalardan gelenlerle, yani iç göçlerle artmaktadır. Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerde de kentsel alanlarda doğurganlık eğilimi azaldığından, kentleşme daha çok köyden kente doğru olan akımlarla beslenmektedir. Kısaca, kentleşme zaman içindeki bir değişmeyi, bir süreci anlatan devingen bir özellik taşır. Kentleşme olgusunu bir yandan ekonomik, sosyal ve teknolojik değişmelerin, diğer yandan bunlara bağlı gelişmeler sonucunda toplumun yapısında ve insanın tutum ve davranışlarında meydana gelen değişmeler açısından ele alan Kartal, kentleşmeyi iki boyutlu olgu olarak: “Birincisi, birtakım ekonomik, sosyal, siyasal ve teknolojik değişmelerin sonucu olarak ortaya çıkan bir olgudur. İkincisi, toplumun ekonomik, siyasal ve sosyal yapısında ve insan tutum ve davranışlarında değişmelere yol açabilme gücüne sahip bir olgu” şeklinde tanımlamaktadır.

 

D-Sağlıksız Kentleşmenin Nedenleri  Ve Çevre Üzerindeki Etkileri

İçinde bulunduğumuz yüzyıl; birçok teknolojik imkanları insanlığın hizmetine sunarken, bir yandan da insanlığın ortak malı olan çevreden geri getirilmesi zor, hatta imkansız olan varlıkları da alıp götürmektedir. Hızlı nüfus artışı, buna bağlı olarak beslenme, enerji, eğitim, çarpık kentleşme, sağlıksız sanayileşme, azalan ve tükenen canlı türleri, artan kirlilik ve iklim değişiklikleri dünyamızın en önemli çevre sorunlarını oluşturmaktadır.

                Doğanın temel fiziksel unsurları olan hava, toprak ve su üzerinde zararlı etkilerin oluşması ile ortaya çıkan ve canlıların hayati faaliyetlerini olumsuz yönde etkileyen çevre sorunlarının tümü çevre kirliliğini meydana getirmektedir. Çevre kirliliği, doğanın kendini temizleme gücünün üstünde olan yüklerin çevrede meydanagetirdiğibirikimlerdir

                Doğayı kirleten ve ekolojik dengeyi bozan başlıca etken insan unsurudur.. Normal şartlarda kendi kendini temizleme özelliği olan doğa, insanların çeşitli faaliyetleri sonucu aşırı olarak kirlenmekte ve kendi gücünü aşan bu kirlenmeyi temizleyememektedir..

1-Göçler - Çarpık Kentleşme:

Ekonomik , sosyal veya siyasal nedenlerle bireylerin yer değiştirmesine "göç" denir. Göçler geçici yada daimi olmaktadır. Aynı ülkenin bir bölgesinden diğer bölgesine yapılan göçlere "iç göç" denilmektedir

Endüstri gelişmesi yüksek düzeye ulaşmış ülkelerde nüfusun büyük oranı sık sık yer değiştirmektedir. Yer değiştirmeler aileler , özellikle küçük çocuklar ve yaşlı kimseler için çoklukla baskı nedeni olmakta, çoğu zaman yeni bir çevreye uymakta ve yeni dostlar edinmekte zorluk çekmektedirler.

İç göçler beraberinde bazı sosyal sorunlara neden olmaktadır. Bu süreç içinde artan gecekondulaşma, kentsel hizmetlerin aksaması, işsizlik, göç edenlerin topluma uyumsuzluğu, şehir kültürüne yabancılık ve kültürler arası çatışma gibi sorunlar yaşanmaktadır.

1950'li yıllardan itibaren sonra hızlı nüfus artışı, tarımda makineleşme, toprak dağılımının düzensizliği ve şehirlerde iş imkanlarının artışı ülkemizde şehre göçü arttırmıştır. Şehre göçte daha konforlu hayat sağlama , şehirlerin eğlence merkezi olması gibi faktörlerde etkili olmasına karşın ana etken ekonomik sorunlardır.

Son yıllarda ardarda gelen göçük, heyelan, deprem, sel gibi doğal afetler ve Güneydoğu sorunu da köyden kente göçü arttırmıştır.

Endüstrileşmenin şehirleşmeye oranla ağır temposu , şehirlere akan iş gücünü işletmelerin emmesini engellemektedir. Bu nedenle şehre göç edenler , belli bir ihtisasa dayanan endüstri alanından ziyade geçici , ihtisas istemeyen hizmetlerde istihdam olmakta, marjinal sektör denilen seyyar satıcılık , ayakkabı boyacılığı ve kapıcılık faaliyetleri gibi prodüktiv olmayan işlerle uğraşmaktadırlar. Bu durum açık işsizliğe ayrıca vergi toplanamayan kayıt dışı bir ekonomi oluşmasına ve kırsal kesimden kentlere gelen genç becerikli atılgan unsurların yerinde kullanılamaması sonucu "sosyal erozyon"a neden olmaktadır.

Ülkemizin ekonomik ve sosyal yapısı bu göçü kaldıramadığı için Türkiye’nin şehirleşmesine "aşırı şehirleşme", "çarpık şehirleşme" gibi isimler verilmektedir.

Göçün etkileri: Kırsal alandan kente gelenler eski davranış ve alışkanlıklarını, örf ve adetlerini de getirmektedirler. Göç edenlerin bazıları şehirle bütünleşirken bazıları şehirde ayrı gruplar meydana getirmektedirler .

Gelenek ve göreneklerin uymayışı nedeniyle kent değerlerini yadırgayan ve zaman zaman şehirle çatışan kendine has bir gecekondu kültür çevresi oluşmuştur.

Göç edenlerin şehirleşmesi yani şehre entegrasyonu için çok uzun zaman gerekmektedir. Bunun yerine sadece gelenlerin intibakı söz konusu olmuştur. Bütünleşme (entegrasyon) topluluktaki mevcut müesseselerin bir bütün teşkil edecek şekilde birbirini tamamlama durumudur. Şehre intibak ise , göç edenlerin şehirle bütünleşmeleri değil , şehirle sürekli ilişki kuracak kadar uzlaşma içinde olmalarıdır .

Sahte kentleşmenin getirdiği yetersiz imkanlar ve anomi (düzensizlik, karmaşa) suç işlemede etken olabilmektedir.

Şehirli bürokrat hayat tarzına ve düşünce yapısına aykırı göçmeni hor görmekte ve şehre gelmesinin engellenmesini istemektedirler. Göç edenler bürokratik teşkilatların yapısı karşısında yönetime yabancılaşmakta, devlet dairelerinde işlerini yürütememektedirler. Bürokratlarda yeterli ilgi vermemektedirler. Bu yüzden tanıdık memur bulmaya , rüşvet , torpil gibi yöntemlerle güçlükleri aşmaya çalışmaktadırlar . Göç nedeniyle kültürel farklılıklar düşmanlık ve gerginlik meydana gelmektedir. Bu kültür çatışması en çok genç kuşakları etkilemektedir. Kente ailesiyle birlikte ya da tek başına gelen çocuk yeni çevresinde farkına vardığı heyecanlı ,serüvenli ,renkli bir hayatı düşleyecek ve elde etmeye çalışacaktır. Kentte kavuşacağını sandığı eğlence ,macera , şöhret ve zenginliğin beklentisinin yanında yetersiz eğitim ve yetenek eksikliği gibi nedenlerle arzuladığı iş ve geleceği elde edemeyeceği düşüncesine kapılan çocukların , kentte değişen geleneksel aile törelerinin çocuğu koruyan yaptırım gücünün zayıflaması , ailenin sosyal kontrol fonksiyonunu yerine getirebilecek başka kurumların olmaması nedeniyle suça daha kolay yönelme olasılığı büyüktür.. sosyoekonomik düzeyin düşük , kırsal kesimden göçlerin ve gecekondulaşmanın yoğun olduğu şehir bölgelerinde suç oranlarının şehrin diğer bölgelerine göre yüksek olduğu belirlenmiştir. Yapılan başka çalışmalarda da benzer sonuçlar bulunmuştur. Bu çocuklar kendi oturdukları semtlerin yanısıra , şehrin sosyoekonomik yönden gelişmiş semtlerine ya da garaj çevresine gelerek burada da suç işlemektedirler.

Küçük yerleşim birimlerinde suç işleyenlerin çoğunluğunu aynı bölgede doğmuş kişiler oluşturduğu halde, büyük kentlerde suç işleyenlerin büyük çoğunluğunu kırsal kesimde doğup sonradan şehre göç etmiş kişiler oluşturmaktadır.

2-Gecekondunun Tanımı ve gecekondulaşma

Geniş anlamda bir tanımlama ile gecekondu hızlı bir kentleşmenin yaşandığı gelişmekte olan ülkelerde, başkasının arazisi üzerinde izinsiz olarak yapılan, alt yapısı eksik, kentten uzak, sağlık olanaklarından yoksun, ekonomik sorunları olan ve örgütlü, devamlı bir işi olmayan insanların barındığı bir yerleşim alanıdır. Bir başka tanımlamayla sanayileşmekte olan ülkelerde kırsal alandan kente göç edenler tarafından izinsiz bir şekilde derme-çatma olarak yapılan evlerin oluşturduğu yerleşim bölgesidir. Kentbilim Terimleri Sözlüğü, gecekonduyu “Bayındırlık ve yapı kurallarına aykırı olarak gerçek ya da tüzel, kamusal ve özel kişilerin toprakları üzerine, toprak sahibinin rızası ve bilgisi dışında uygunsuz olarak yapılan, barınma ihtiyaçları devletçe ve şehir idarelerince karşılanamayan, yoksul ya da dar gelirli ailelerin yaşadığı barınak türü” olarak yorumlanır. Gecekondu, “imar kanunlarına aykırı olarak, çoğu zaman ilkel, denetimsiz ve sağlık şartlarından da yoksun olarak,acele yapılmış konutlara verilen isimdir. 775 sayılı Gecekondu Kanunundaki gecekondu tanımı ise “imar ve yapı kanunlarına aykırı olarak, başkalarına ait arsa ve araziler üzerinde ve arsa sahibinin rızası olmaksızın yapılmış yapı”dır. Görüldüğü gibi kanundaki tanımda,acele yapılmış olarak, sağlık kurallarına uyulmadan yapılmış olmak gibi öğeler yer almamaktadır. Bir bakıma, bu son öğeler, bir yapının imar ve yapı kanunlarına aykırı olarak yapılmış olması durumunda zaten dikkate alınmış sayılabilecek öğelerdir. Ayrıca kanun “yapı” deyimini kullanarak sadece konutları değil, konuttan başka amaçlar için yapılmış bakkal, kahvehane ve benzeri yapıları, kısaca işyerlerini de gecekondu kapsamına almıştır. Türkiye’de gecekondulaşma, hızlı kentleşmeden en

büyük payı olan ve hızla sanayileşen şehirlerin başlıca gelişme biçimi olmuştur. Bu anlamsız merkez şehirler, giderek çevrelerindeki yerleşmeleri aralarında toplumsal ve ekonomik bir bütünleşme meydana getirecek şekilde ana kent haline getirmiştir. Başka bir deyişle şehre uygun bir mesafede herhangi bir alanda ve yerleşmenin gecekondulaşmaya sahne olarak bir oturma kesimi haline gelişi bir uydulaşma olarak görülemez. Çeşitli kentsel fonksiyonlarla ana merkeze bağımlı olan bu oturum kesimleri bir uydu değil, merkez şehrin bir parçası ve uzantısı olarak belirlenmektedir. Gecekonduları kentteki diğer semtlerden ve bu semtteki binalardan özellikleri, yoğunluk, kent hizmetlerinden yararlanma yetersizliği üzerine inşa edilmiş arazi alanının iyelik durumu, estetik ve sağlık açısından farklılık, düşük ölçeklere sahipliktir. Gecekonduların en belirgin özelliği kentin dışında, merkezden uzak olmasıdır. Bunun nedeni ise kent merkezinin çok pahalı olması, veya bir başka ifadeyle kentten uzak arazilerin çok daha ucuz olmasıyla birlikte denetiminde kent dışında olanaksız ve zor olmasıdır. Karpat gecekonduyu “kentsel imara açılmamış, altyapısı gerçekleştirilmemiş, tarla niteliğindeki arsalar üzerinde çoğu zaman başkasına veya devlete ait kısa dönemde ve uygun teknolojiye bağlı kalmayarak yapılan konut türleridir” şeklinde tanımlamaktadır. Yine Karpat’ın yorumuna göre, gecekonduların yapımında konut sahibiyle birlikte onların akraba ve tanıdıklarının hemşehrileri yardımı bulunmaktadır. Özellikle konutun yapımı bir başkasının arazisinde veya imar dışı alandadır.Kırsal alandan kentlere göç edenlerin maddi olanakları sınırlı, olduğundan, gecekondu arazisine ya hiç para ödenmemesi ya da çok cüzi bir miktar ödenmesi yapımının evi kullanıcının kendi ve akrabalarının yardımıyla sağlanması nedeniyle ucuza kapatılması, malzemenin kalitesinin düşüklüğü ve isteğe bağlı olması gibi nedenler gecekondularını gerek genel seçim dönemlerinde af beklentileri ve de zaman zaman bu affın gerçekleştirilmesi gecekonduların çoğalmasına, aşağıda verilen büyük bir orana ulaşmasına neden olmuştur.

2.1. Gecekondulaşma Nedenleri ve Oluşum Süreci

Tarih boyunca kentlerin nüfusu genellikle kırsal alanlardan göçen nüfusla beslenmiş ve artmıştır. Ancak özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra, ekonomisinintemeli hala tarıma dayanan, tarımla geçinen nüfusunun oranı yüksek olan toplumlarda, kente göç ani ve hızlı olmuştur. Bu oluşum içinde gecekondular, yalnız tarımda pazara yönelik üretime geçişin hızlandığı ve kentteki nüfus yığılmasının hızla çoğalmasına rağmen, çok yavaş bir sanayileşmenin gerçekleştiği toplumlarda ortaya çıkmıştır. II. Dünya savaşını takip eden yıllarda, çok partili siyasal yaşama giriş, dışa açılma politikası sonucunda meydana gelen sanayileşme, tarım toplumu olan ülkemizde hızlı kentleşme sürecinin başlamasına neden olmuştur. Yani İkinci Dünya Savaşı’na kadar Türkiye’de bir gecekondu sorunu yoktu veya üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken bir problem halini almamıştı. Oysa

bugün büyük kentlerimizin özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir’in en önemli sorunlarından biri olmuştur. Gecekondu, genelde tüm üçüncü dünya ülkelerinin sorunlarından birisidir. Gelişmekte olan ülkelerin hızlı bir kentleşme süreci içine girmeleri belirli plan içinde gerçekleşmediğinden çarpık kentleşme-gelişme oluşumu

meydana gelmiştir. Sonuç olarak da 1950’lerden bu yana hızı giderek artan çarpık kentleşme süreci karşımıza gecekondu olgusunu çıkarmıştır.Türkiye 1950’lerden beri hızla kentleşmektedir. Ülke nüfusunun giderek artan bir bölümü kentlerde toplanmaktadır. Genellikle büyük kentlerde toplanan sanayi yatırımları, kırsal alanlardan göçü kendilerine doğru yönlendirmiştir. Bu şekilde, kentte yeni gelenler kent ile bütünleşmemiş, bağımsız, yasal olmayan ve sağlıksız gecekonduların oluşmasına neden olmuştur.Bu noktada, gecekondulaşma nedenlerini kısaca açıklayacak olursak:

a) Tarımda Makinalaşma: Ülkemizde 1950’li yıllardan itibaren gerçekleşen tarımda makineleşme kırsal yörelerde bir yandan tarım sektöründeki sosyal yapının değişmesini sonuçlandırırken, öte yandan tarımda sermaye malı kullanımını yoğunlaştırarak işgücü fazlalığına yol açmıştır. 1948 yılında, ülkemizdeki traktör

sayısı 1756 iken, bu rakam 1960 yılında 42136 ya ulaşmıştır. Her traktör yaklaşık 6 kişinin göreceği işi yapabildiğinden ortaya çıkan işgücü fazlalığından göç etmek zorunda kalmıştır. Buna bir de miras yoluyla toprakların küçük parçalar halinegelmesi eklenince işgücünün verimi azalmış, bu da kırsal alandan kente göçü teşviketmiştir.Göç eden bu kesim, kentlerdeki sanayi sektöründe istihdam edilemediğindengenelde marjinal işlerle uğramış, ellerine geçen kazançlarda oturabilecek bir ev satın almaya veya kiralamaya yeterli gelmediğinden, çoğunlukla şehrin tenha kesimlerinde, uzak mahallelerinde başkalarının arazisi üzerine gecekondu inşa ederek, konut sorununu çözmeye çalışmışlardır.

b) Kentleşme ve Sanayileşme Gelişmesi: Az gelişmiş ülkelerde gecekonduların ortaya çıkması ve hızla artması kentleşmenin bu ülkelerdeki hızı ile doğru orantılı olarak gerçekleşmiştir.Sanayileşme hareketlerinin plansız bir şekilde yapılması sonunda büyük şehirler birer sanayi merkezi haline gelmiş ve bu şehirlere yurdun çeşitli köy ve kasabalarından kitle halinde işçi akını başlamıştır. Ancak sanayileşme, göç eden nüfusu, istihdam edecek kadar gelişemediği için birçok insan işsiz kalmış yada marjinal işlere yönelmiştir. Bir taraftan kentlerde zaten var olan konut yetersizliği diğer taraftan sanayileşmeye paralel olarak işçi meskeninin veya genel olarak ucuz halk konutunun ele alınmamış olması sebebi ile aldığı ücretle kiralayabileceği bir konut bulamayan işçiler genellikle şehir dışında ve iş yerine yakın mahallelerde hazineye, belediyelere veya özel kişi arazileri üzerine gecekondu inşa etmişlerdir.

c)Konut Politikasının Yetersizliği: Gecekondulaşmanın en önemli nedenlerinden biri de yeterli ve ucuz konut darlığıdır. Kentleşme konut ihtiyacınışiddetlendirmiştir. 1950-1960 döneminde kentlerde yaşayan nüfus, 5.2 milyondan 8.9 milyona, 3.6 milyonluk bir artış göstermiştir. Dört kişiye bir konut gerektiği düşünülürse, aynı dönemde 300 bin konutun yapılması gerekirdi. Her yıl 90 bin konutun yapılması gerekirken 52 bin ruhsatlı konut yapılabilmiştir.Yıllık açık 38 bindir. Halk açıkta kalmadığına göre fark gecekondularla kapatılmıştır denilebilir161 Fakir ve dar gelirli ailelerin konut ihtiyacını karşılamaya yönelen etkin bir politika saptanamaması sonucunda konut arzı, göç ve kentleşmenin doğurduğu artan konut talebini karşılayamamıştır. Konut yatırımları ise daha çok lüks konuta yönelmiştir. Ülkemizde bir sosyal konut politikası güdülememiştir.

d)Kira Bedellerinin Yüksek Oluşu: Büyük şehirlerde genellikle büyük sermayeler yatırılarak inşa edilmiş binaların, kiraları da yüksek olduğundan sabit bir gelire sahip kimselerin bu kirayı ödemeleri mümkün olmamıştır. Şehirlerdeki binaların çoğunluğunu da bu tip binalar oluşturur. Kooperatif yolu ile inşa edilen meskenlerin kiraları da bunlara yakındır. Kira bedellerinin yüksek oluşu birçok kimseyi gecekondu yapmaya yöneltmiştir. Kiraları kontrol altına almak için bazı yasal düzenlemeler-en son yıllık artış %25 olarak tespit edilmiştir- yapılmış is ede; kira bedeli haricinde hava parası dır altında ayrıca bir para almak suretiyle veya bir yıllık kira bedelini peşin almak gibi yöntemlerle bu önlemler yetersiz kalmıştır.

e) Psikolojik Nedenler: Köyde mevcut arazinin geçindiremediği fazla nüfus, ihtiyaçlarını karşılayacak bir iş bulmak zorundadır. Bu sebeple kent merkezinde çalışmaya başlayacak fakat köy ile irtibatını da devam ettirecektir. Ancak zorunlu olan bu ilişkide kişi köy ile kent arasında kazandığı ücret açısından karşılaştırma yapacaktır. Kazandığı ücret köyde kazandığı ücret ile aynı olduğu takdirde şehrin sunduğu diğer bütün imkanları düşünerek kentte tutunacaktır.dolayısı ile alabileceğiaskeri ücret ve kirası bir aylık kazancına denk gelen bir konutta değil çok daha ucuza mal edebileceği bir gecekonduda kalmayı tercih edecektir.

f) İç Güvenlik: Özellikle 1980’ li yıllardan sonra başlayan terör yüzünden Doğu ve Güney Doğu insanı köylerini terk etmek zorunda kalmıştır. Gerek kendi hayatını korumak, gerekse güvenlik tedbirleri nedeni ile zorlanarak bulunduğu yerden ayrılan bu insanlar, ellerinde ne geçimlerini sağlayabilecek bir gelir, ne de kentte hayatını sürdürebilecek bir mesleğe sahip olmadıklarından konuta ayırabilecek parasal imkana da sahip değillerdir. Bulundukları kentte kalmak zorunda olduklarından, barınma ihtiyacını kentlerin dış mahallelerinde kendi yaptıkları derme çatma binalarda karlamışlardır. Özellikle Diyarbakır ve Gaziantep gibi kentler 1980 sonrasında bu gibi insanların yaşadıkları gecekondu alanlarıyla çevrilmiştir.

g) Zabıta Kontrollerinin Yetersizliği ve Politikacıların Rolü: Gecekondu inşasına engel olacak yaptırımlar vardır. Ancak bu müeyyideler aynen uygulanmadığı için bugünkü sorunu ortaya çıkarmıştır. Aslında yalnız inşasına engel olacak tedbirlerin alınması ve buna paralel olarak gereken çalışmaların yapılmaması halinde gecekondu yapılmasına engel olunamayacağı kaçınılmazdır. İster parlamento seçimleri ister yerel seçimler olsun, bu seçimlerden hemen önce gelen haftalar ve günler, Türkiye’ de gecekondu yapımının en çok hızlandığı dönemlerdir. Devlet, hükümet ve siyasal partiler gibi kimi anayasal kuruluşlar gecekondu konusunda yurttaşın karşısına çifte bir hükümle çıkmışlardır. Şöyle ki, bir yandan gecekondu yapımı kanunlarla yasaklanırken, öte yandan partizan bir kimlikle gecekondu meselesinin sömürü konusu yapılmasına ülkemizde göz yumulmuştur. Politikacının, gecekondu sorunu devam etmesindeki rolü yalnız gecekondu yapıcısını “yeşil ışık” yakmaktan ibaret kalmamıştır. Gecekondu bölgelerinin, su, elektrik, kanalizasyon, okul, yol, otobüs gibi türlü kentsel hizmetler götürülürken, insanlar arasında siyasi eylemlerine bakılarak ayrım yapılmıştır.

 

3-Sanayileşme

Enerji santralleri, çelik, kağıt ve araba fabrikaları gibi büyük endüstriyel kuruluşlar, çevreye zararlı maddeler açığa çıkaran önemli kuruluşların başında gelmektedirler. Özellikle büyük şehirlerde kurulan sanayi fabrikalarının sıvı ve katı atıklarının da su kirliliğine neden oldukları bilinmektedir. Ayrıca, sanayileşmenin gelişmesi ile şehirlere göç olayı daha da hızlanmış, bunun sonucunda da hızlı ve düzensiz şehirleşme ortaya çıkmıştır. Şehirlerdeki nüfus artışı ve buna bağlı olarak kentleşmenin yarattığı atıkların artış göstermesi, tarımsal mücadele ilaçlarının ve kimyasal gübrelerin bilinçsizce ve kontrolsüz kullanımı da göz önüne alındığında "su kirliliğine" etki eden unsurların önemi ortaya çıkmaktadır.

4-Hızlı nüfus artışı

Hızlı nüfus artışı, çevre sorunlarına önemli bir kaynak teşkil etmektedir. Türkiye, OECD ülkeleri arasında en yüksek nüfus artış oranına sahiptir. Birleşmiş milletlerin yaptığı nüfus tahminlerine göre, Türkiye nüfusunun 2025 yılında 92 milyona yükselmesi beklenmektedir. Bu durum ülkemizin bugün olduğu kadar, gelecekte de çevre sorunları ile karşılaşacağının bir göstergesidir.

 


E-Çevre Sorunlarının Başlıca Kaynakları:

                Son yıllarda teknoloji ve sanayinin hızla gelişmesi, çevre sorunlarının da artmasına sebep olmuştur. Artan nüfusla birlikte devreye giren altyapılar, faaliyete geçtikleri günde bile yetersiz kalmaktadır. Bu plansız endüstrileşme ve sağlıksız kentleşme, nükleer denemeler, bölgesel savaşlar, verimi artırmak amacıyla tarımda kimyasal maddelerin bilinçsizce kullanılmasıyla birlikte, gerekli çevresel önlemler alınmadan ve arıtma tesisleri kurulmadan yoğun üretime geçen sanayi tesisleri, çevre kirliliğini tehlikeli boyutlara çıkarmıştır. Yapılan araştırmalar Dünyadaki mevcut çevre kirliliğinin % 50 'sinin, son 35 yılda meydana geldiğini ortaya koymaktadır.

Bunlarla birlikte çevre sorunlarının diğer kaynakları şunlardır:

·         Göçler ve düzensiz şehirleşme,

·         Kişi başına kullanılan enerji, su, kağıt, kömür vb. artışı,

·         Ormanların tahribi, yangınlar ve erozyon,

·         Aşırı otlatma ve doğal bitki örtüsünün tahribi,

·         Konutlardaki ve işyerlerindeki ısınmadan kaynaklanan (özellikle kalitesiz kömür kullanımı) hava kirliliği,

·         Motorlu araçlar ve deniz araçları,

·         Maden, kireç, taş ve kum ocakları,

·         Gübre ve zirai mücadele ilaçları,

·         Atmosferik olaylar ve doğal afetler,

·         Kanalizasyon sularının arıtılmaksızm alıcı ortamlara verilmesi ve sulamada kullanılması,

·         Katı atıklar ve çöp,

·         Sulak alanların ve göllerin kurutulması,

·         Arazilerin yanlış kullanımı,

·         Kaçak avlanma,

·         Televizyon, bilgisayar ve röntgen; tomografi vb; tıbbi cihazların yaygınlaşması ile meydana gelen radyasyon,

·         Endüstriyel ve kentsel kaynaklı gürültü.

 

 

ÇÖZÜM ÖNERİLERİ: Gecekondulaşmanın önlenebilmesi için siyasi iktidarların oy kaygısından uzak şehir yasaları yapılmalı, imar affı kanunları yürürlükten kaldırılmalı , imara dönük af yasası olmamalıdır.

Kamunun malı olan devlet,hazine , belediye arsalarına yapılan kaçak yapıların , gecekonduların kente karşı işlenmiş bir suç olduğu görüşü toplumun bütün kesimlerince benimsenmeli;

Türk Ceza Kanunundaki hırsızlık ve gasp suçlarına eşdeğer kabul edilecek yasal düzenlemeler yapılmalı , imar mevzuatına aykırı yapılaşmalara karşı müdahale ve yaptırım gücüyle donatılmış, meslek odaları ,sivil kuruluşlar ve bilim adamları katılımlı ,özerk , yerel ve demokratik denetleme kurumları oluşturulmalı ;

yaşadığımız kente sahip çıkma amacıyla hukuka aykırı olarak tesis edilen idarenin her türlü işlem ve eylemine karşı sorumlu bir birey olmanın gereğini yerine getirerek "menfaatlerimizin ihlal edildiği " her durumda idari yargı yoluna başvurarak iptal davalar açmak hepimiz için hem bir hak hem bir ödev olmalıdır.

Hazine arazilerinin belediyelere ve toplu konut kooperatiflerine devri ile gecekondu önleme bölgeleri oluşturulmalı, gecekonduya karşı proje uydu kentler yapılmalıdır.

Köydeki gelir azlığı , verimsizlik , işgücü fazlalığı gibi itici nedenlerin önlenmesi gerekmektedir. Kırsal alanda verimkar istihdam olanakları meydana getirilebilmelidir. Tarım dışı hizmetler kırsal alana girmelidir.

Sanayi kuruluşları şehir dışı nitelikte oluşturulmalı , hammaddeye bağlı olmayan serbest sanayi kuruluşları iş gücü arzının en yüksek olduğu bölgelere kurulmalı, bölgeler arası dengeli politika uygulanmalı ,sanayi nüfusu yurt çapında dengeli dağıltılmalı,

Demiryolu ağırlıklı hızlı bir ulaşım sistemi oluşturulup, cazibe merkezi olan büyük şehirlere gidip-gelme kolaylaştırılarak, şehre göç ihtiyacı ortadan kaldırılmalıdır.

Çevrenin suçluluk özellikle de çocuk suçluluğu üzerindeki olumsuz etkileri dikkate alınmalı, Çocuk Mahkemelerinde çocukların çevrelerini araştırma görevi olan ve sayıları yetersiz sosyal hizmet uzmanı ,psikolog, pedagog gibi uzmanların sayısının arttırılması sağlanmalıdır. Çocuk Mahkemelerinde yargılanan çocuklara ait özel olmayan istatistiki bilgilerden yararlanarak bir izleme yöntemi geliştirilmelidir.

Çocuk suçlularla ilgili olarak özel olarak eğitilmiş polislerden Çocuk Polis departmanları kurulmalıdır.

Çevrenin etkisiyle artabilecek ve ergenlik dönemi bunalımları olarak ortaya çıkan suçları önlemek için aile danışma merkezleri ve gençlik merkezleri yaygınlaştırılmalı, gençlerin sosyal kültürel faaliyetlerden yararlanabilmesi için belediyeler düzeyinde uygun imkanlar sağlanmalıdır

Çocuğu suç işlemeye teşvik eden ailelerin velayet hakkını sınırlayan vesayet daireleri kurulmalıdır.

 

 

SONUÇ

 

 

Kırsal kesimden kentlere göç olayı, özellikle genç kuşakları etkileyerek suç potansiyelini de beraberinde getirmektedir. Ancak gelecekte Batı ülkelerinde görüldüğü gibi kent kökenlilerin suçlu çocuklarının çoğunluğu oluşturması olasılığı da göz ardı edilmemelidir. Bu güne kadar gecekonduya ve kaçak yapılaşmaya müdahale etmeyen şehirlerin istila edilmesine göz yuman tüm belediye başkanları , sadece çarpık kentleşme sonucunda oluşan sağlık sorunları ve doğal afetlerin oluşturduğu zararlardan değil çocuk suçluluğunun artışından da sorumludur.

İlgili Anayasa maddeleri:

Anayasa 23: Herkes yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.

Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli bir kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak;

Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek;

Amaçlarıyla sınırlanabilir

Anayasa madde 35/3: Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz

Anayasa madde 56: Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.

Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi arttırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.

Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.

Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.

 

Klâsik demokrasinin bireylere tanımış olduğu genel seçimlerde “oy kullanma hakkı” ile sınırlı bir katılımın yanısıra, bireyleri yönetim sürecine katma olgusu, yeni sosyal ihtiyaçlar doğrultusunda ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’de karar alma sürecinin herhangi bir aşamasına “halkın katılımını” sağlayacak mekanizmalar henüz benimsenmemiş ve kurumsallaştırılamamıştır. Katılımı sağlayacak bu mekanizmalar öncelikle, sağlık, çevre, eğitim, kültür politikalarının oluşumunda bir eksiklik yaratmaktadır. Çevre yönetiminin kimi noktalarında sınırlı da olsa bazı “katılım süreçleri”ne yer verilse de gerçek ve tam bir katılımdan bahsedebilmek imkânı bulunmamaktadır.

Örneğin Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecine, Mahallî Çevre Kurullarına, Çevre ve Ormancılık Şuralarına ve çevre ile ilgili diğer karar alma süreçlerine, halkın katılımı için sınırlı olanaklar tanınmıştır. Bu katılımların arttırılması, hakkın kullanımını kolaylaştıracaktır. Aynı zamanda, çevre hakkının ihlal edilmeden önceki, süreç içerisinde vatandaşlar tarafından sürece müdahale edilerek korunması sağlanmış olacaktır. Bu husus aynı zamanda, katılımcı demokrasinin de bir gereğidir.

Katılımın gerçekten işlevsel olabilmesi, birçok sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal koşulun birarada bulunabilmesine bağlıdır. Türkiye’de ise bu koşullar, yurttaşların “çevre yönetimi mekanizmaları”na işlevsel biçimde katılımlarını sağlayacak yeterlikte değildir. Ailede, okulda, işyerinde egemen olan ilişki biçimleri katılımı kısıtlayıcı, buyurucu egemenliğin kullanımı şeklinde ortaya çıkmaktadır.

 

Türkiye’nin henüz imzalamamış olduğu, çevre ile ilgili uluslar arası sözleşmeleri imzalaması ve iç hukukunu bu sözleşmelere uyumlu hale getirmesi gerekmektedir. Böylece vatandaşların, çevre haklarının korunması noktasında, yasal ortamın uygun hale getirilmesi sağlanacaktır.

Çevre ile, direk ya da dolaylı olarak ilgili çıkarılmış bütün kanunların yetki ve  sorumluluk açısından birbiriyle uyumlu hale getirilmesi, çevrenin korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi ve çevre hakkının daha etkin kullanımı noktasında, vatandaşlara imkan, devlet yetkililerine de, bu hakkın korunmasında, daha kolay bir çalışma yapma fırsatı verecektir

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

 

 

 

1  -  http://www.suyla.com/cevre-sorunlari/

 

2 -   http://www.kentarastirma.com/

3- http://www.kriminoloji.com/carpik%20kentlesme.htm

4- http://acikarsiv.ankara.edu.tr/fulltext/847.pdf

5- Bir İnsan Hakkı Olarak Çevre Hakkı ve Uygulaması İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu Raporu, Ankara, 6-Aralık 1998, http://www.basbakanlik.gov.tr/yayinlar/insanhaklari/insanhak4.htm7-İnsan ve Çevre, Sempozyum Tebliğleri, İnsanlığa Hizmet Vakfı Yayınları No:3 İstanbul, 1992

8-Çevre Hukuku, Burhan Kuzu, İstanbul

9-Hukuk ve Çevre, Av. Taner Ürkmez, ÇEKÜD Çevrecilik Seminer Notları, İstanbul,  http://www.cekud.org

10-Bursa Çevre Rehberi, Bursa Barosu, http://www.bursabarosu.org.tr/kitaplar/bursacevrerehberi.asp

11-Çevre Bakanlığı Mevzuatı, 3 Cilt, Çevre Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1995

12-Çevre Hakkı, İbrahim Ö. Kaboğlu, İmge Yayınevi

13-Çevre Hakkı ve Yargı, Metin Topçuoğlu, TÇV Yayını, Ankara 1998

14-Çevre Hukuku, Nükhet Turgut, Savaş Yayınevi, Ankara 2001

15-
İnsan Hakları Bağlamında Dünya Çevre Krizi, Burhan Kuzu, İstanbul

16-Sağlıklı ve Dengeli Bir Çevrede Yaşama Hakkı, Burhan Kuzu, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1997

 



En son eklenen 5 makale

Makale Başlığı
Ekleyen
Tarih
Okunma
Avşaroglu
05.05.2016
1240
TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ANKARA 3 SALDIRISININ BÖLGESEL AKTÖRLER VE OLAYA ETKİ EDEN PARAMETRELER YÖN
Avşaroglu
05.05.2016
1394
KENTLEŞME VE KONUT POLİTİKALARI
Avşaroglu
05.05.2016
1241
www.ozanavsaroglu.com
copyright (c) 2010-2011 Tüm Hakları Saklıdır
web tasarım fby
iletişim: efebeytasarim@yahoo.com