YÖNETİMDE GÜNCEL SORUNLAR
Avşaroglu Tarafından 05.05.2016 Tarihinde Eklendi ve 1234 Kez Okundu...

  

TARİHİ KENTLERDE BÜYÜME VE DÖNÜŞÜM SORUNLARI

 

                    

Öğrencinin

 

Adı  Soyadı       :  mehmet EMİN ÖNDER

 

NumarasI             :   0778B013

 

Öğretim üyesi : doç.dr.HAKAN ALTINTAŞ

 

                                                           ŞANLIURFA

2008

 

 

 

İÇİNDEKİLER

                                                                                                                    SAYFA

1-GİRİŞ                                                                                                                               4                                                                                       

I.BÖLÜM

2-  TARİHİ KENTLERDE BÜYÜME VE DÖNÜŞÜM SORUNLARI                        5                                                                                      

2.1. TÜRKİYE’DE TARİHİ KENTLER DE BÜYÜME SORUNLARI                       5

2.2.KENTSEL DÖNÜŞÜM SORUNLARI                                                                       7                                                              2.3.Kentsel Dönüşüm ile İlgili Yasal Düzenlemeler                                                                                                                                       

                                                             

 

 

II.BÖLÜM

3.NEDEN TARİHİ KORUYAMIYORUZ                                                                       9

                                                                                                                                                                              3.1.Restorasyon Parametreleri                                                                     10                                                                                                                                                                                                                                                  3.2.Diş Çeken Berberler                                                                                        11                                                                                                                                                                                                                                     3.3.Tarihi Miras Yok Oluyor                                                                              11                                                                                    

 

 

                                                                  

                                                                  III.BÖLÜM                               

4-SONUÇ                                                                                                                             12

5.KAYNAKÇA                                                                                                                    14                                                                                                                     

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1.GİRİŞ

 

Kentler işlevsel ve fiziksel açıdan birçok değişim ve dönüşüm geçirmektedirler. Özellikle son otuz yıldır, değişen dünya sisteminin birer parçası olarak kentler, yalnızca bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmenin etkisiyle değil, aynı zamanda küreselleşme olgusunun etkisiyle de kendi sınırlarını aşmak zorundadır.

Yaşanan bu süreç içerisinde meydana gelen dönüşümlerin gerçekleşme süreçleri ve sosyo mekansal

yapı ile olan ilişkileri farklı modellerle karşımıza çıkmaktadır. Yenileme, yeniden canlandırma, soylulaştırma olarak sıralayabileceğimiz kentsel dönüşümler kendilerine çoğunlukla kent merkezlerindeki çöküntü alanlarını seçmişlerdir.

Kentlerde yaşanan dönüşümler özellikle son yıllarda literatürde önemli bir yer kaplamasına rağmen, ülkemiz için aynı yargıyı paylaşmak mümkün değildir. Çünkü ülkemizde henüz yerleşmiş genel geçer bir dönüşüm tanımı ve dönüşüm türlerinin tanımı/sınıflandırılması gerçekleştirilememiştir.

 

Çeşitli aktiviteleri ve karmaşık ilişki ağlarını barındıran kentler, farklı rollerdeki aktörlerin müdahaleleriyle şekillenmektedir. Kimi zaman, bu müdahaleler bilinçli bir politikanın yansımasıyken, çoğu zaman informal ilişki ağlarının ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun sonucunda, kentler farklı büyüme eğilimleri göstermektedir. Bu büyüme eğilimleri bazı koşullarda kent makro formunu olumlu etkilerken, bazen de olumsuz sonuçlara yol açmaktadır.

Kentsel yapı üzerinde en etkili politikalardan biri de kentsel dönüşüm projeleridir. Kentsel dönüşüm projelerinin, kentsel toprak kullanımı üzerinde başta ekonomik olmak üzere bir çok etkisi bulunmaktadır. Dönüşüm projesi, uygulama alanı ile sınırlı kalmayıp, çevresindeki arazi fiyatları üzerinde de belirli bir rant oluşturabilmektedir. Bu sürecin bir sonucu olarak, kentsel dönüşüm projeleri, bazı aktörlerin elinde önemli bir güç haline gelebilmektedir.

Kentsel dönüşüm, kendiliğinden oluşmuş bir süreç olmayıp, kentsel topraklar üzerinde ekonomik, politik ve sosyo-kültürel müdahaleler sonucunda oluşan bir süreçtir. Dönüşüm, kamu kurumları, özel sektör, yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri gibi çeşitli aktörleri bir araya getirir. Kentsel dönüşüm, doğal afet riski altındaki alanlar, kent merkezindeki çöküntü alanları, tarihi kent merkezleri, ekonomik ömrünü tamamlamış alanlar üzerinde uygulanmakla birlikte, ülkemizde özellikle gecekondu ve kaçak yapılaşma alanlarına müdahale amacıyla gerçekleştirilmektedir.

Kentsel dönüşüm projeleri, uzlaşma gerektiren yapısıyla, mülkiyetin ve değerin proje bazında, bir araya getirilmesi ve paylaşılması esasına dayanmaktadır. Bu nedenle, kentlerde, dönüşüm sürecinin gerçekleştirilmesi için öncelikle mülkiyet problemleri olmak üzere çözülmesi gereken önemli sorunlar bulunmaktadır.

Kentsel dönüşümün kentsel gelişim açısından çözüm mü yoksa sorun mu olduğu tartışma konusudur. Kentsel dönüşüm alanlarının, üst ölçek planlama sistematiği içerisinde dönüştürülemeyen alanların yapılaşmaya ve rant alanlarına açılması, sermaye mantığı içerisinde dönüştürülmesinde yeni bir araç haline gelmiştir.

Kentsel dönüşüm projelerinin kent üzerinde etkileri incelendiğinde, ekonomik, politik ve sosyo-kültürel olmak üzere üç farklı boyutu olduğu gözlemlenmektedir. Kentsel dönüşüm projelerinin ekonomik boyutu, çok genel bir çerçeveyle kentteki taşınmaz üzerindeki değer artışları olarak düşünülebilir. Politik boyutu, özellikle kentsel dönüşüm projelerinin uygulama aşamasında önem taşımaktadır. Farklı projeler incelendiğinde, bu projelerde yer alan aktörlerin de değiştiği gözlenmektedir. Kamu eliyle dönüşümün sağlandığı projeler yanında, kamu-özel işbirliği içerisinde gerçekleştirilen projeler de mevcuttur. Her dönüşüm projesinin içeriği ve amacındaki farklılıklar, doğurduğu sonuçlarla ilişkili olmaktadır. Kimi dönüşüm projelerinde hedeflenen mevcut sosyal ve kültürel yapının devamını sağlamak olurken, kimi projeler ise eski dokudan farklı yeni bir yapı kurmak eğilimi taşımaktadır. Genelleme yapmak gerekirse, projelerin sosyo-kültürel boyutu alanda yaşayan halkı doğrudan etkileyen en önemli faktördür.

 

 

 

 

2-TARİHİ KENTLERDE BÜYÜME VE DÖNÜŞÜM SORUNLARI

 

        2.1.    TÜRKİYE’DE TARİHİ KENTLER DE BÜYÜME SORUNLARI

 

 

Türkiye’nin, dünyanın çok hızla ve plansız bir biçimde, birçok dengesizliği içinde barındırarak kentleşmekte olan ülkelerinden biri olduğunu biliyoruz.  Temel olarak yalnızca 50-60 yıla sığdırdığımız, gelişmiş ülkelerdekinden çok daha hızla gelişen kentleşme sürecimizin sorunlarını, bugün, hepimiz, günlük yaşamımızda derin bir biçimde duyuyoruz.

 

Türkiye’nin çeşitli kentlerine baktığımızda, ister Batıcı, laikçi söylemler altında olsun, ister kültürel dar görüşlülük ve dinsel bağnazlık biçiminde uygulansın, kentsel yaşamın sorunlarına çözüm üretmek yerine, sihirli bir elin bu sorunları ortadan kaldıracağını sanan kaderci bir anlayışın egemenliğini sürdürdüğünü görüyoruz.

 

Örneğin, bütünüyle farklı bir kültürel ortamdan kentlere göç etmiş on milyonlarca kişinin, bulundukları kentlerde toplum yaşamına uyumda zorlanmasını, farklı etnik, dinsel gruplarla hemşeri çevrelerinin arasında azımsanmayacak gerginliklerin oluşmasını, çeşitli kanallardan bir şiddet kültürünün gelişmesini gözlemliyor, ancak hemen hiçbir önlem almıyoruz. Köylerden kentlere, Doğu’dan Batı’ya büyük göçün yol açtığı birçok gerilimi yaşadığımız halde, akıl dışı bir biçimde, bunları yok saymayı çözüm sayıyoruz. Kentsel sorunlara çözüm sağlayacak işleyiş ya da kurumları var edip, gerçek, köklü çözümlere yönelmiyoruz. Çeşitli toplumsal grupların birbirlerini daha büyük bir anlayışla kabul etmelerinin kolaylaştırılması, ya da çatışma potansiyeli taşıyan durumlarda bunların yumuşatılması ve şiddete başvurmadan çözümlenmesi alanı bir eğitim ve yaratılabilir alışkanlıklar konusu iken, bu doğrultuda herhangi bir özel çalışmamız yok. Birkaç sivil toplum kuruluşunun çabaları ise devede kulak kalıyor.

 

Aynı şekilde, eğitim sistemimizin ve basın-yayın kuruluşlarımızın yetişkin eğitimi için çok sınırlı bir destek sağladığını fark ediyor, ancak bu boşluğu biraz olsun gidermek üzere geniş çaplı, uzun dönemli pek az çalışma yürütüyoruz. Böylece, eğitim kurumlarında geçen ortalama sürenin çok kısa olması, bu kurumların büyük bölümünün çok yetersiz bir düzeyde bulunması ile akşam kurslarının, yetişkinleri kabul eden özel üniversitelerin eksikliği ve büyük medyanın eğitici-geliştirici programlara yalnızca çok sınırlı ölçüde ya da ulaşılması zor koşullarda yer vermesi bütünleşiyor.

 

Biz, genellikle, tüm bunları görüyor, trafik kurallarına uyulmamasından, Türkçenin yanlış bir biçimde kullanılmasına kadar birçok alanda, genel eğitim olanaklarının eksikliğinin sonuçlarını yaşıyor, hatta bunlardan sık sık şikayet de ediyoruz. Ne var ki, özel amaçlı, etkin eğitim kurumları oluşturmak, tüketici kuruluşları aracılığıyla medyayı daha büyük ölçekte halk eğitimine zaman ayırmaya zorlamak, örgün eğitimin bu alanlara yönelmesini sağlamak… gibi çözümler doğrultusunda herhangi bir adım atmıyoruz.

 

Kent arazisinin büyük rantlar sağlamasına paralel olarak kentlerimizin tarihi siluetini, mahalle ve yapı ölçeğindeki birikimlerini rant çevrelerinin doymaz bilmez iştahlarına, tüketiciliğin yoz ve sığ yaşam anlayışına terk ediyor, binlerce yılın maddi ve manevi kültür mirasını korumak için yalnızca göstermelik kalan adımlarla yetiniyoruz.

 

Kentlerimizde yaşayanların çok büyük bir bölümü kentlerini tanımıyorlar. Ara sıra reklamlara katık olsun diye verilen magazin haberleri dışında, kentlerimize ait bilgi ve yayınlar son derece sınırlı. Var olan kitapların büyük bir bölümü ise turist kılavuzlarından ya da bu tür kitapları hazırlamak için gerekli eğitim ve birikime sahip bulunmayan meraklıların ansiklopedik kaynaklardan derlediği politik tarih özetlerinden ibaret.

 

Üniversitelerimizde kent tarihi, antropolojisi, sosyolojisi vb alanlarda yapılan kaliteli çalışmalar parmakla sayılacak kadar az. Yalnızca birkaç kentimizde kent arşivi ya da kütüphanesi var.

 

Kentlerimizde, çoğunlukla, birer yabancı gibi yaşıyor, çocuklarımızı ve gençlerimizi ise çevrelerine daha da yabancı kalacakları bir biçimde yetiştiriyoruz.

 

Kentlerini tanımayanlar ona sahip çıkmaktan da uzak duruyorlar. Bu sahipsizlikten ise, yalnızca ve yalnızca doğal ve tarihi çevremizi yalnızca pazarlanacak bir mal olarak gören, hiçbir uzun dönemli kaygı taşımayan küçük bir azınlık yararlanıyor, bu satış ve tahripten büyük çıkarlar sağlıyor.

 

Pederşahi bir ilişkiler sisteminden gelen toplumumuzu,  yerel sorun ve ihtiyaçlarından başlayarak kişisel sorumluluk almaya, katılımcılığa yöneltmek için zorunlu olan sivil platformlarımız hem sayıca, hem işlerlik açısından çok sınırlı kalıyor. Yerel yönetimler kendilerini merkezi devletin bir parçası olarak algılayınca, sivil toplum kuruluşlarıyla yerel yönetimler arasındaki ilişki bir işbirliği ve ortaklık ilişkisi olarak değil, zamanı ve gündemi rastlantısal, keyfi bir danışma ilişkisi olarak algılanıyor. Böylece, toplumu ilgilendiren kararların pek azı katılımcı süreçlerle alınıyor. Yöneticileri birer seçilmiş diktatör haline getiren, yönetilenleri kurumlara yabancılaştıran bu gelişme ise, kayırmacı siyaset anlayışının sürmesini ve bu siyaset türünün doğası gereği olarak yolsuzlukların yoğun bir biçimde ortaya çıkmasını birlikte getiriyor. [1]

 

Kentin gelişme perspektiflerinin çok taraflı ve Ilıman bir iklimin, çeşitlenmiş ve bereketli toprakların, uzun süre büyük ticaret yolları üzerinde bulunmanın ve farklılıklarla birlikte yaşamayı büyük ölçüde öğrenmiş olmanın… sağladığı maddi ve manevi kültür zenginliği, dünyayla rekabette çok elverişli koşullar sunan bir mirası bize taşıyor. Anadolu’nun kendi kültürel üretimlerine ek olarak insan uygarlığının başlıca merkezlerinden Akdeniz, Mezopotamya ile olan yakın ilişkileri, Balkanlar ve Kafkaslar ile olan etkileşimi, tarihsel zenginliklerimize derinlik kazandırıyor. geniş katılımlı bir tartışmayla belirlenmediği koşullarda, hem kentlerin kaderleri meşru kanallar içinde çizilemiyor, hem de en yaratıcı, uzmanlık sahibi, dünya görgüsüne sahip kentliler en edilgin konumlara hapsediliyor.

 

Bu örnek alanlardan da görüldüğü üzere, birçok konuda kentli yaşamın birlikte getirmesi beklenen potansiyellerimizi yeterince kullanamıyoruz.  Bu durum, yani bir dizi sorun yaratıp bunların çözümlerini üretemeyen bir kent yaşamı, ilgili sorunlar yumağının git gide büyümesine ve bunların çözümlerinin gelecek kuşaklar için bugünkünden çok daha ağır maliyetler gerektirecek boyutlara ulaşmasına yol açıyor.[1]

 

 

 

     2.2.KENTSEL DÖNÜŞÜM SORUNLARI

 

Kentsel dönüşüm ilk olarak, Avrupa’da özellikle 19.yy sonlarında yaşanan hızlı kentsel büyüme sebebi ile ortaya çıkan ve “yıkıp yeniden yapma” olarak kurgulanan bir süreci tanımlamak için kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.

19.yy’dan günümüze kadar işte bu kavram içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve politik duruma referans vererek çok değişik anlamlar yüklenerek günümüze kadar gelmiştir. Dünya deneyimindeki kentsel dönüşüm kavramı, sistematik temellerine ve tarihi dönemlere göre dört kategoriye ayrılmaktadır. [2]

   • Gelişim-yönelimli bağımsız politika-ekonomisi, modern şehirler planlama amaçlı kentsel yenileme yaklaşımı (1910-1940 Dönemi). Bu bağlamda, çeşitli anlayışlar görülmektedir. Örneğin Güzel-kent ve Bauhaus okulları kentsel dönüşüm kavramını yıkıp yeniden yapmak olarak biçimlendirirken, CIAM işlevsel ayırım ve tarihi

korumaya atıfta bulunmaktadır.

   • Endüstri-yönelimli birleşmiş politika-ekonomisi, endüstri şehirleri planlama amaçlı kentsel rehabilitasyon yaklaşımı (1940-1960 Dönemi). UNESCO VE ICOMOS örnek olarak verilebilirler.

   • Yeniden gelişim-yönelimli liberal politika-ekonomisi, endüstri sonrası şehirler planlama amaçlı kentsel yeniden canlandırma yaklaşımı (1960-1980 Dönemi). UNESCO, HABITAT, CORDIS, ICOMOS örnek olarak verilebilir.

   • Sermaye-yönelimli bütünleşmiş politika-ekonomisi, dünya kentleri planlama amaçlı yaklaşım (1980 ‘den günümüze kadar). Bu başlık altında özellikle özel sektör yatırımları ve yeniden yapılanma programlarına atıfta bulunan kentsel yeniden üretim yaklaşımları örnek olarak verilebilir. [2]

Yukarıda kısaca değinilen dünyada kentsel dönüşüm kavramının farklı dönemlerde yüklendiği misyonlara ilişkin olarak Türkiye deneyimi ise şöyle gelişmiştir.

Cumhuriyetin ilanından itibaren özellikle başkent Ankara’da gerçekleştirilen kentsel dönüşüm

çalışmaları dikkat çekici derecededir. Cumhuriyet gençtir, dinamiktir öyleyse başkenti de buna yaraşır şekilde şekillendirmek/dönüştürmek gerekmektedir. Literatüre Jansen planı olarak geçen Herman Jansen’in kazandığı bir yarışma açılır. Jansen imar planı gereğince bir yandan Ankara’daki mevcut doku yenileme sürecine girerken, bir yandan da yeni yerleşim alanları açılarak yeni bir kent formu yaratılmaktadır. Bu dönemde Ankara’nın şu anki kimliğini oluşturan Gar, Ankara Palas, TBMM gibi binaların inşaatı gerçekleştirilmiştir.

1950’li yıllardan itibaren Türkiye kentleri hızlı bir dönüşüm sürecine girmiştir. Çok partili hayata geçiş ve liberal ekonomi politikalarının izlenmeye başlanması ile birlikte kentler yaşanan bu ekonomi-politik dönüşümün kendini gösterdiği mekanlar olarak dönüşüme başlamışlardır. Yaşanan kentsel dönüşüm, büyük imar hareketleri ile gerçekleştirilmesi açısından diğer dönemlerden farklılık göstermektedir. Fakat dünyada aynı döneme bakıldığında bunun çok da şaşırtıcı olmadığını görmekteyiz. Örneğin aynı tarihsel dönemde Yunanistan da albaylar cuntası yönetimdedir ve Atina tam bir şantiye görünümündedir.

Türkiye’de ise Yunanistan’dan farklı olarak büyük kentsel dönüşüm uygulamaları (imar hareketleri) başkent Ankara’da değil de piyasanın başkenti İstanbul’da gerçekleşmiştir. Yaşanan süreç kentsel koruma açısından bakıldığında korkunçtur. Hiçbir envanter çalışması

yapılmadan binlerce tarihi bina yıkılmış, Şengül’ün de ifade ettiği gibi “sermayenin kentleşmesi” mekana damgasını vurmuştur. Bu tarihten sonra içi tam olarak doldurulamasa ya da yanlış anlamlar yüklense de kentsel dönüşüm/değişim kavramına sıkça atıfta bulunulmaya başlanmıştır.

1970li yıllarda ise özellikle büyük kentlere olan göç devam etmektedir. Kentler ise bu baskıyı kaldırmakta güçlük çekmekte, göçmenler kendi yaşam alanlarını kendileri yaratarak büyük kentte tutunmaya çalışmaktadırlar. Yine bu dönemde, bir önceki dönemde oluşmaya başlamış gecekondu alanlarına yönelik olarak dönüşüm projeleri geliştirilmekte, fakat bir sonraki dönemde uygulama şansı bulmaktadır.

1980’ne gelindiğin de ise yasal düzenlemelerin etkin olduğu bir dönemle karşılaşılmaktadır. 3194 sayılı yasa ile belediyeler planlama yetkileri devralmış ve kaynakları arttırılmıştır. Bunun sonucu olarak özellikle metropol kentlerde büyük kapsamlı kentsel dönüşüm hareketleri başlamıştır. Bu bağlamda, kentsel dönüşüm; gecekondu alanlarının sağlıklaştırılmasından, tarihi kent merkezlerinin yeniden canlandırmasına kadar birçok değişik uygulamaya referans vermektedir.

Günümüzde de bu uygulama halen devam etmektedir. Burada önemli bir nokta ise, kentsel dönüşüm projelerinin sadece büyük kent belediyeleri tarafından değil, artık küçük belde belediyeleri tarafından bile uygulanmasıdır. Kentsel dönüşüm artık politik bir misyon da üstlenmiş bir dönem verilen imar aflarının yerini alarak, oy toplama aracı haline gelmiştir.

 

 

 

 

2.3.Kentsel Dönüşüm ile İlgili Yasal Düzenlemeler

 


       1950’li yıllarda sanayileşme ile birlikte İstanbul, İzmir ve Ankara gibi kentler, yoğun göç alarak, kontrolsüz bir biçimde büyüdü. Bu büyümeye karşılık verecek konut sayısının bulunmaması ise gecekondulaşmaya neden oldu. 1970’lerde ise kentleşme devam ederken uydu kentler oluşmaya başladı. 80’lerde kentleşme hızla azalırken, kent merkezleri ve gecekondu bölgelerinde dönüşüm kavramı gündeme geldi.

         1984 yılında, 2981 sayılı “İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkındaki Kanun”, gecekondu dönüşüm sürecinde önemli rol oynadı. Söz konusu kanun ile gecekondu alanları için ıslah imar planları yapma imkanı doğsa da, sonuçta gerçekleştirilen kentsel dönüşümler, fiziksel dönüşümün ötesine geçemedi. 1980’lerin sonunda, ıslah imar planlarının yanı sıra kentsel dönüşüm projeleri de belediyelerin gündeminde yer almaya başladı. Dikmen Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesi, gecekondu bölgeleri için hazırlanan ilk kentsel dönüşüm projesi örneği oldu.

         Son yıllarda gerçekleştirilen yeni yasal düzenlemelerden ilki, 5104 sayılı “Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu”. Bu kanunun amacı, Kuzey Ankara girişi ve çevresini kapsayan alanlarda kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde fiziksel durumun ve çevre görüntüsünün geliştirilmesi, güzelleştirilmesi ve daha sağlıklı bir yerleşim düzeni sağlanması ile kentsel yaşam düzeyinin yükseltilmesi olarak tanımlanmış.

         5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73. maddesi, kentsel dönüşüm ve gelişim alanları ile ilgili. Çok net hükümleri barındırmayan kanunda, “Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan mülk sahipleri tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır.” ifadesi yer alıyor.

      Yine oldukça tartışılan ve 2005 senesinde yürürlüğe giren 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun’un amacı“Büyükşehir Belediyeleri, Büyükşehir Belediyeleri sınırları içindeki ilçe ve ilk kademe belediyeleri, il, ilçe belediyeleri ve nüfusu 50.000'in üzerindeki belediyelerce ve bu belediyelerin yetki alanı dışında il özel idarelerince, yıpranan ve özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş; kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarınca sit alanı olarak tescil ve ilan edilen bölgeler ile bu bölgelere ait koruma alanlarının, bölgenin gelişimine uygun olarak yeniden inşa ve restore edilerek, bu bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturulması, tabiî afet risklerine karşı tedbirler alınması, tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılması” olarak belirlenmiş. Kanun, belirtilen amaçlar doğrultusunda oluşturulacak olan yenileme alanlarının tespitine, teknik altyapı ve yapısal standartlarının belirlenmesine, projelerin oluşturulmasına, uygulama, örgütlenme, yönetim, denetim, katılım ve kullanımına ilişkin usül ve esasları kapsıyor.[3]

 

3.NEDEN TARİHİ KORUYAMIYORUZ

 

Tarihi kent ve tarihi yapıyı koruma etkinliğinin geleceği karanlık görünüyor. Bu olumsuz yargıyı bugün sorumlu konumlarda olanlar hemen üzerlerine almasınlar. Bunun nedenleri kişisel ve ideolojik değildir. Osmanlı döneminden buyana varolan bir tarih bilinci yoksulluğu, gelişmemiş bir kültür düzeni, az okumuşluk, kentli olamama ve kente sahip çıkmama gibi genel toplumsal özelliklerle bağlantılı bir davranış sorunu ile, başka bir deyişle, özümsenmemiş bir eğitim sorunu ile karşı karşıyayız.

              Türkiye'de bugün koruma ile ilgili yürürlükte olan durum bilim dışılığın en kara gösterilerinden biridir. Başka bir deyişle yönetimin bilimi dışlamış politikasının kentlerdeki spekülatif gelişimi desteklemek için yarattığı bir garip mekanizmadır.

              Osmanlı başkentinin okumuş, yazmış sınıfları, Avrupa'yı örnek almalarına karşın, çevrenin tarihi değerlerine duyarlı olmadılar, sahip çıkmadılar. Osmanlı aydınının Süleymaniye konağından Teşvikiye'de yeni bir apartmana geçerken, bu çevreler arasında bir kültür karşılaştırması yaptığını söylemek zordur. Bugünün yarı köylülerinin hatta okumuşların da büyük bölümünün- böyle bir karşılaştırma yapacak kadar bilgili, bilinçli, duyarlı olduklarını söylemek olası değildir. Batı imgesi topluma tarihi kimliğini, bir yafta olma dışında, tümüyle unutturmuştur. Türkiye'de tarihi çevreyi korumanını temel sorunu, özetlenirse, tarih bilgisi ve tarih bilinci kıtlığı ya da yokluğudur. Köy ve kasabasına Almanya'dan gelip apartman yaptıranda tarihi çevre bilinci yoktur.

              İkinci sorun belediyelerin ve hükümetlerin toplumun bilinçsizliğini yansıtan -ki oy demokrasisinde böyle olması doğaldır- benzer tavırlarıdır. Kente göçün kontrol edilemez boyutlara ulaştığı Türkiye'de Anadolu'nun köyünden, kazasından gelen halkın hangi düzeyde okumuş olursa olsun Zeyrek'in eski mahallelerinin bakımsız konutlarının tarihi ve estetik değerini anlaması söz konusu değildir. Eski İstanbulluların göstermediği duyarlığı çağdaş Anadolu halkından beklemek yanlıştır. Kaldı ki kültürel duyarsızlığın yanı sıra ekonomik yetersizlik, teknik gelişmemişlik gibi handikaplar da vardır.[4]

              Eğitim ile ilgili bu temel sorunlar dışında bugün tarihi çevrenin korunma sorunlarını gerçekleştirme açısından can alıcı noktalarından biri koruma kurullarının uzmanlık ve ehliyet düzeylerinin ve işleme mekanizmalarının yetersizliğidir. Burada yasa ve yönetmeliklerin bilim ve deneyimi dışlamış içeriklerinin bu durumu yarattığını vurgulamak gerekir. Başka bir deyişle bu durum bilinçli olarak yaratılmıştır.[4]

3.1.Restorasyon parametreleri

 
           
Bu kurullara seçilenlerin devlet, YÖK ya da belediye kökenli olmaları olayı pek değiştirmez. Bu olguyu örneklerle ve tek yapı restorasyonu alanındaki durumla açıklayabiliriz. Bir restorasyon kararında mimarlık tarihi parametresi, sanat tarihi parametresi, strüktür parametresi, mimari tasarım parametresi, ekonomi parametresi, hukuk parametresi, sosyal içerik parametresi aranır.[4]

              Bu son üç parametrenin, özellikle tek yapı söz konusu olduğu zaman, kurul kararından önce saptanmış olması gerekir. Kurul üyesinin özelliği karar verdiği konuda bilgili ve restorasyon bağlamında deneyimli olmasıdır. Halı uzmanı bir sanat tarihçisi ya da Roma sütun başlıkları uzmanı bir arkeolog ya da çağdaş apartman projeleri yapan bir mimar, hatta malzeme uzmanı bir restoratör bir hanın yeniden kullanılması projesini değerlendirecek uzmanlar değildir. Belediye ruhsat bürosundan bir mimar, Bizans sanatı diploması olan ve tezini Meryem Ana portreleri üzerine yapmış bir sanat tarihçisi, şehircilik bölümünde eski Yunan yerleşmeleri üzerine tezi ile mezun bir şehirci Selçuk Medresesi restorasyonu konusunda karar verecek bilgiden yoksundurlar.

           Kuşkusuz kurullarda ve toplumda da bir Selçuk Medresesi restorasyonu bağlamında verilecek olumlu kararları destekleyecek bilgili ve sağ duyulu insanlar olabilir. Fakat bu 800 yıllık bir anıtın restorasyonu bağlamında karar verme sorumluluğunu üstlenmeyi içermez. Kısmen yıkılmış bir 15. yüzyıl hamamının restitüsyonunu, yapı kalıntılarının analizi, yapı konseptinin tanımlanması açısından Orta Asya sanatı tarihçisinin yapacağı fazla bir şey yoktur. Eski yapılara yapılacak ekler, ya da yeni kullanım önerileri üzerinde, bu alanda deneyimi olan ve mimarlık tarihi eğitimi almış uzmanlara gereksinme vardır.

3.2.Diş Çeken Berberler

 
         Kurullarda verilen kararların çoğunluğu bu tür karmaşık sorunlardır. Bu sorunlar karşısında kurullar diş çeken eski berberlere benziyorlar. Diplomalı üyelerden kurulu koruma kurullarının ömürlerinde hiç görmedikleri ve okumak ve yorumlamaktan aciz oldukları kent koruma planlarını onaylamaları ise, bu alandaki en komik ve bilim dışı prosedürlerden biridir. İtalya, Almanya ve Fransa'da bu kararları veren kişileri bir zamanlar iyi tanıyordum. Bunlar uluslararası ünleri olan mimarlık tarihi otoriteleriydi. Türkiye'de bugün yürürlükte olan durum bilim dışılığın en kara gösterilerinden biridir. Başka bir deyişle yönetimin bilimi dışlamış politikasının kentlerdeki spekülatif gelişimi desteklemek için yarattığı bir garip mekanizmadır.

           Çoğunluğu tayinle gelen kurullar koruma yapamazlar. İçlerinde herhangi bir hükümet ve belediye projesine karşı çıkanlar derhal yerlerinden uzaklaştırılıyor. Türkiye'de demokrasi bürokraside parti sultasını egemen kılmak, bilimsel yargıyı ise sayısal mekanizmalarla aciz hale getirmek şeklinde tanımlanabilecek bir operasyonadönüşmüştür.

          Kurul sorunun çözümünde iş yapma gayreti ya da itibarlı olduğu sanılan bir mevkide söz sahibi olmak isteği bu konuda yetişmiş olanlar da devam ettikçe olanaksızdır. Gerçi uzun yıllar iktidarların bütün bilimsel nitelikli kurullara müdahale edip onları araç haline getirme çabaları vardı. 1983'te çıkarılan yasa bu amaçla çıkarılmıştı. Bunları hazırlayanlar da sözde sanat ve tarih adamlarıydı. Fakat kurul üyesi olmanın bilimsel kimlikle örtüşmediği bir politik süreç içinde yarım yüzyılda yaşadığımız unutulmamalıdır.

3.3.Tarihi Miras Yok Oluyor


          Ülkenin tarihi mirası yok oluyor. Fakat yok edilen tarihi evler, kötü yapılan restorasyonlar, eriyen büyük anıtlar için toplum kültürünün tepkisi sıfırdır. Hatta teşvik edici olduğu da söylenebilir.

Bugün için amaçlanacak tek şey kurulları yapacakları işlere tekabül eden bir bilimsel hüviyete ve örgütlenmeye kavuşturmaktır. Bu ise olanaksız gibi görünüyor. Çünkü kurulları bu hale getiren iktidarların kültürel seviyesidir.

          Son olarak bilim ve akıl dışı ve korumanın amacı ve içeriği ile karşıtlaşan bir yöntem olan en ucuz verene ihale prosedürünün de kesinlikle olumsuz sonuçlarını da vurgulamak gerekir. Ne kadar klişeleşmiş olsa da bir mukarnas başlık, bir alçı bezeme, bir altın yaldız en ucuz yapana değil, en iyi yapana, en deneyimliye verilir. Türkiye'de restorasyon alanında çalışanlar bu durumu iyi bilirler. En iyi ve pahalı olan bir uygulamayı en ucuza yapana veren ihale süreci cehaletin damgasıdır. Bir saray bir muhallebici dükkânı gibi restore edilmez. Dolayısıyla uygulama düzeninin sonuçları Türkiye'deki her aydını utandıracak niteliktedir. İstanbul'u incelemek için gelen UNESCO heyetinin raporu hatırlanabilir. O raporun içerdiği gözlemler Anadolu'nun her köşesinde elli yıldırtekrarlanıyor.

           Mardin gibi ara sıra gazetelere konu olan sözde tarihi kimliğini korumuş kentlerin bugün içine düştükleri durum (örneğin eski görkemli konutlara eklenen katlar) her duyarlı insanını saçlarını diken diken yapacak niteliktedir. Bu bağlamda kısa vadeli bir çözüm yoktur. Bu toplum ve onun demokratik temsilcisi katında korumayı amaçlayan bir tarih bilinci bugünden yarına gerçekleşemez. Çünkü topraktan hazine çıkarmak yarım yüzyıldır Türkiye ekonomisinin motoru oluşmuştur.

          Türkiye'de tarih çevreyi yok eden toplumun kendisidir. Halkı, politikacısı, bürokratı, teknisyeni, akademisyeni elbirliği ile kentlerimizi ve anıtlarımızı, bir sömürge idaresinden daha zalim bir tavırla, spekülasyona, cahil müteahhide kurban ediyoruz. Bu bir uygar olamama gösterisidir. Buna karşı vurdumduymazlık da Osmanlı cehaletinin sürüp gittiğini gösterir.[4]

 

4.SONUÇ

 

Türkiye, coğrafi konumunun ve geçmiş yüzlerce kuşağın emek birikiminin ve oluşturduğu yaşam biçiminin sonucu olarak övünmeye hak kazandığı bir tarihsel birikime sahip bir ülkedir. Bu birikim kendini kültürel miras dediğimiz alanlarda ortaya koyuyor. Sivil ve dini mimari örneklerimiz, Anadolu’da yaşamış çeşitli uygarlıkların sanat ve zanaat dallarında ulaştıkları ustalık, maddi ve manevi kültürün değişik alanlarında, örneğin mutfak kültürümüzde ya da halk danslarımızda kendini belli eden zenginlik gerçekten göz kamaştırıcıdır.

 

Ilıman bir iklimin, çeşitlenmiş ve bereketli toprakların, uzun süre büyük ticaret yolları üzerinde bulunmanın ve farklılıklarla birlikte yaşamayı büyük ölçüde öğrenmiş olmanın… sağladığı maddi ve manevi kültür zenginliği, dünyayla rekabette çok elverişli koşullar sunan bir mirası bize taşıyor. Anadolu’nun kendi kültürel üretimlerine ek olarak insan uygarlığının başlıca merkezlerinden Akdeniz, Mezopotamya ile olan yakın ilişkileri, Balkanlar ve Kafkaslar ile olan etkileşimi, tarihsel zenginliklerimize derinlik kazandırıyor.

 

Ne var ki, bu miras, temel olarak, yalnızca bir potansiyeli bize taşıyor.  Gerekli yatırımları yapmaksızın, ustaca kurgulanmış politikalar oluşturup uygulamaksızın, hoyratça tüketilirse kısa sürede kaybedilebilir olan bir potansiyele işaret ediyor… 

 

Dolayısıyla, doğru politikalarla yönlendirilen yatırımların çok verimli sonuçlar verebileceği bu potansiyeli kullanmadan, topraklarımızın zengin üretim olanakları ve atalarımızın başarılarıyla ortaya çıkan maddi ve manevi miras, bu arada Anadolu’nun dört bir yanına yayılmış anıtsal yapılar ve çok geniş koleksiyonlarla övünülmesi, tek başına büyük bir anlam taşımıyor. Böylesine zengin bir kültürel birikimi korumak, daha iyi bir bugün ve gelecek kurmak için şu anda yaşayan kuşaklar olarak ne yaptığımız sorusu cevapsız kalıyor .

      İşte bu açıdan bakarak kentsel mekanları inceleyelim;

 

 

Kent mekanı sürekli bir dönüşüm/değişim içerisindedir. Peki bu olgunun devamlı olarak kent mekanlarında kendine yer bulmasına neden olan etkenler nelerdir? Tekeli bu etkenleri iki başlık altında toplar; birincisi: “kent nüfusunun sürekli olarak artması” ve ikincisi ise “kent ekonomisinin gelişmesi ve dünyaya eklemlenme biçiminin değişmesi”dir.[5] Tabii yukarıda sayılanlara ek olarak dönüşüm talebi daha fiziksel bir boyuttan da gelebilir. Örneğin yapıların eskimesi ve deprem, sel gibi doğal afetler.

Kentsel Dönüşüm’lerin gerçekleşme süreçleri ve sosyo-mekansal yapı ile olan ilişkileri farklı modellerle karşımıza çıkmaktadır. Yenileme, yeniden canlandırma, soylulaştırma olarak sıralayabileceğimiz kentsel dönüşümler kendilerine çoğunlukla kent merkezlerindeki çöküntü alanlarını seçmişlerdir.

İşte bu noktada Kentsel Sit alanı ve bu alanlar için üretilen koruma amaçlı imar planı kavramlarına referans vermek gerekmektedir. Koruma amaçlı imar planı neredeyse, Kentsel Sit’lerin ki bunlar çoğunlukla çöküntü alanı haline gelmiş tarihi merkezler olarak karşımıza çıkmaktadır, mevcut durumunu düzeltmek için kullanılan bir araç olarak görülmektedir. Evet bu bir bakıma doğru olarak kabul edilse bile Koruma İmar Planları’nın birer imar planı olduğu ve bir plan hiyerarşisi içinde gerçekleştirilmeleri gerektiği de unutulmamalıdır. Koruma Amaçlı İmar Planı, mevcut Çevre Düzeni Planı ve Nazım Plan kararları ile uyumlu şekilde hazırlanmalı ve mevcut kararları dikkate alınarak şekillendirilmelidir. Yukarıda değinilen Koruma Amaçlı İmar Planlarının yapım aşamalarında karşılaşılan sorunların yanı sıra uygulama aşamasında karşılaşılan sorunlar da, planın başarısında etkin olan noktalardır.

. Plan halen birçok yerde kentsel sit alanları için geliştirilen koruma imar planlarına örnek teşkil etmektedir. Fakat bu örnek aynı zamanda planların sürdürülebilirlik noktasında karşılaştıkları problemlerin gözlemlenmesi açısından da önemlidir. Plan gereğince kentsel tasarım ölçeğinde gerçekleştirilen sağlıklaştırma, yenileme, restorasyon ve basit onarım çalışmaları ile alana turizm ağırlıklı verilen işlev, planın uygulamaya konulduğu ilk dönemlerde başarılı olmuştur.

Sonuç olarak; yapıldığı dönemde çok başarılı kararları olan bazı Koruma İmar Planları sürdürülebilirlik noktasında aynı başarıyı gösterememektedir. Plan, kendini değişen kent fonksiyonuna adapte edememekte ve dolayısı ile üstlendiği yeni işlevleri tam olarak yerine getirememektedir. Bu bağlamda planların sadece yapım aşamasının değil, uygulama ve izlenme aşamalarının da önemli olduğunun vurgulanmasında yarar görmekteyiz.

                Yukarıda değindiğimiz gibi yapıları aslına uygun bir şekilde restore etmeli ,planları kanuna uygun estetik bir şekilde uygulamalı,tarihimize ,kültürümüze ve bunlarla  ilgili yapılara önem vererek  çağı yakalamalıyız.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

 

 

[1]-http://www.tarihvakfi.org.tr

 

[2] E. Gürler, 2002, “A Comperative Study in Urban Regeneration Process: The Case of

Istanbul”, YL Tezi. ODTÜ , ŞBP-Kentsel Tasarım, Ankara

 

 [3]Tarih: 14 Aralık 2007 Derleyen: Derya Karadağ - Arkitera.com

 

[4]Tarih: 14 Aralık 2007 Kaynak: Cumhuriyet Yazan: Doğan Kuban

[5] İ. Tekeli, 2003, Kentsel Dönüşüm Sempozyumu, YTÜ, İstanbul, Türkiye, 2-7

 

 

 



En son eklenen 5 makale

Makale Başlığı
Ekleyen
Tarih
Okunma
Avşaroglu
05.05.2016
1240
TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ANKARA 3 SALDIRISININ BÖLGESEL AKTÖRLER VE OLAYA ETKİ EDEN PARAMETRELER YÖN
Avşaroglu
05.05.2016
1394
KENTLEŞME VE KONUT POLİTİKALARI
Avşaroglu
05.05.2016
1240
www.ozanavsaroglu.com
copyright (c) 2010-2011 Tüm Hakları Saklıdır
web tasarım fby
iletişim: efebeytasarim@yahoo.com